Özel Haber: Sinem Altunay - Sosyal medya fenomeni Nihal Candan’ın hayatını kaybetmesinin ardından yeniden gündeme gelen anoreksiya nervoza, yalnızca zayıflama isteğiyle sınırlı kalmayan; ölümcül sonuçlara yol açabilen ciddi bir yeme bozukluğu olarak dikkat çekiyor. Uzmanlar, bu hastalığın fiziksel etkilerinin yanı sıra bireyin ruh sağlığını ve sosyal yaşamını da tehdit ettiğini belirtiyor.
Anoreksiya nervoza, bulimia nervoza ve tıkınırcasına yeme bozukluğu, dünya genelinde en sık rastlanan yeme bozuklukları arasında yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl yaklaşık 9 milyon kişi yeme bozukluğu tanısı alıyor. Özellikle gençler arasında yaygınlığı artan bu hastalıkta, sosyal medya, influencer kültürü ve medyada sunulan beden imajlarının da etkili olduğu ifade ediliyor.
Instagram ve benzeri sosyal medya platformlarında sıkça karşılaşılan 'kusursuz hayat' sunumları, bireyler üzerinde baskı yaratırken, idealize edilen beden algısı çocuk yaşta başlayan bir yetersizlik hissine neden olabiliyor. Uzmanlara göre sosyal medya doğrudan birincil neden değil; ancak yeme bozukluklarını tetikleyen ikincil bir baskı unsuru oluşturuyor.
Konunun derinliklerini Uzm. Psikolojik Danışman Sedanur Akbuğa, hastalığın temelinde yatan dinamikleri ve sosyal medyanın etkilerini tüm yönleriyle aktardı.
"SADECE YEMEK YEMEME MESELESİ DEĞİL, BEDEN ALGISINDA DERİN BİR BOZULMA"
Son yıllarda özellikle gençler arasında artış gösteren yeme bozuklukları, yalnızca fiziksel sağlığı değil, bireyin psikolojik ve sosyal yaşamını da derinden etkileyen ciddi sorunlar arasında yer alıyor. Bu bozukluklardan biri olan anoreksiya nervoza, toplumda hâlâ yanlış anlaşılan ya da sadece estetik kaygılarla ilişkilendirilen bir rahatsızlık. Konuyla ilgili bilgi veren Uzm. Psikolojik Danışman Sedanur Akbuğa, anoreksiyanın yalnızca yeme davranışıyla sınırlı olmadığını, çok daha derin psikolojik temelleri bulunduğunu vurguluyor: “Anoreksiya nervoza, basitçe tanımlamak gerekirse, kişinin kilo alma korkusuyla yemek yemeyi ciddi şekilde kısıtladığı, oldukça tehlikeli bir yeme bozukluğudur. Ama sadece “yemek yememe” meselesi değildir bu. Daha derinlerde, kişinin bedenine ve kendine dair algısında bir bozulma vardır. Yani kişi, dışarıdan bakıldığında çok zayıf olmasına rağmen, aynada kendini hâlâ kilolu görebilir. Bu da çoğu zaman yoğun egzersiz yapma, kalori sayma, yemek sonrası kusma gibi davranışlarla birlikte görülür.
Fiziksel sonuçları ise maalesef hafif değildir: ciddi kilo kaybı, hormonal dengesizlikler, düşük tansiyon, saç dökülmesi… Psikolojik olarak da kişi kaygı bozuklukları, depresyon, hatta sosyal izolasyon gibi sorunlar yaşayabilir. Yani bu rahatsızlık sadece bedeni değil, kişinin ruhunu ve sosyal yaşamını da derinden etkiler. Bu nedenle, mutlaka bir uzman desteği gerektirir.”
“HİÇBİR ŞEYİ SEÇEMİYORUM AMA NE YEDİĞİMİ BEN BELİRLEYEBİLİRİM”
Anoreksiya nevroza, yalnızca fiziksel belirtilerle tanımlanan bir rahatsızlık değil; kökenleri çoğu zaman bireyin erken yaşam deneyimlerine dayanan, karmaşık ve çok katmanlı bir süreçtir. Uzm. Psikolojik Danışman Sedanur Akbuğa, bu yeme bozukluğunun oluşumunda çocukluk dönemindeki deneyimlerin önemli bir rol oynadığını vurgulayarak, risk faktörlerini ve psikolojik arka planı şu sözlerle açıklıyor: “Her bireyin hikâyesi elbette farklıdır; ama klinik gözlemler ve araştırmalar, çocukluk döneminde yaşanan bazı deneyimlerin anoreksiya nevroza riskini artırabildiğini gösteriyor.
Örneğin, aşırı kontrolcü ya da baskıcı ebeveynlerle büyümek... Bu tür bir ortamda çocuk, kendine ait bir alan bulmakta zorlanır. Kontrol edemediği bir dünyada, bedenini kontrol etmeye çalışmak bir tür baş etme yolu haline gelir. “Hiçbir şeyi seçemiyorum ama ne yediğimi ben belirleyebilirim” gibi bir düşünce gelişebilir.
Başka bir önemli etken mükemmeliyetçilik. Özellikle “iyi çocuk”, “başarılı çocuk” olmak zorunda bırakılan bireylerde bu durum görülür. Hep yeterli olmaya, hep daha iyi olmaya çalışmak, bir süre sonra bedensel mükemmellik arayışına dönüşebilir.
Duygusal ihmal de göz ardı edilmemeli. Sevgi, ilgi ya da duygusal destek eksikliği, çocuğun iç dünyasında boşluk yaratır. Yemekle ilişki ise zamanla bu boşluğu doldurmaya yönelik bir strateji haline gelir: yemek yemek ya da yememek, duyguları düzenlemek için kullanılabilir.
Ayrıca travmatik yaşantılar cinsel, fiziksel ya da duygusal istismar gibi kişinin bedenle ilişkisini karmaşıklaştırabilir. Beden görünür olmaktan çıkmalı, değişmeli ya da küçülmeli gibi bilinçdışı bir ihtiyaç gelişebilir.
Son olarak, ailede yeme bozukluğu öyküsü olan bireylerde riskin arttığını biliyoruz. Yani genetik bir yatkınlıkla birlikte model alma davranışı da etkili olabilir. Kısacası, anoreksiya nevroza genellikle birden fazla faktörün birleşiminden doğar: psikolojik, sosyal ve biyolojik nedenlerin bir araya geldiği çok katmanlı bir süreçtir.”
EBEVEYN TUTUMLARININ GÖLGESİNDE GELİŞEN KONTROL ARAYIŞI
Anoreksiya nevroza gibi yeme bozukluklarının ortaya çıkışında yalnızca bireysel değil, çevresel faktörlerin de önemli bir rolü bulunuyor. Özellikle çocukluk döneminde ebeveyn tutumları, bireyin beden algısını ve benlik değerini derinden etkileyebilir. Uzm. Psikolojik Danışman Sedanur Akbuğa, bu noktada aile içindeki bazı tutumların, çocuklarda yeme davranışlarını nasıl şekillendirdiğini şöyle açıklıyor: “Ebeveyn tutumları, çocuğun kendilik algısını ve bedenle kurduğu ilişkiyi şekillendiren en temel unsurlardan biridir. Burada da birkaç farklı dinamikten söz etmek mümkün:
Aşırı kontrolcü ebeveynler: Bu tür ailelerde çocuk kendi kararlarını verme fırsatı bulamaz. Ne yiyeceğini, ne giyeceğini, ne zaman uyuyacağını sürekli başkaları belirler. Bu durumda çocuk özerkliğini kazanamaz ve yetişkinlikte kendi bedeni üzerinde bir kontrol alanı yaratmaya çalışır. Anoreksiya nevroza tam da bu noktada devreye girer: "Bedenimi ben yönetiyorum."
Aşırı eleştirel ebeveynler: Özellikle dış görünüşe yönelik eleştiriler (örneğin, “Yine kilo mu aldın?” ya da “Böyle şişman şişman olmaz!”) çocuğun beden algısını zedeler. Çocuk bir süre sonra kendi bedenini düşman gibi görmeye başlar. Bu da yeme bozuklukları için ciddi bir zemin oluşturur.
Duygusal olarak ilgisiz ebeveynler: Sevildiğini hissedemeyen, duygusal olarak görülmeyen çocuklar, duygularını düzenlemede güçlük çeker. Yemek, bazen bu boşluğu doldurmanın ya da duygularını bastırmanın yolu haline gelir.
Beden imajına aşırı önem verilen aileler: Eğer evde sürekli diyet konuşuluyor, aynaların önünde beden sorgulanıyorsa, çocuklar bu mesajları içselleştirir. “İnce olmak değerlidir” fikri, onların benlik algısını şekillendirir ve bu da yeme davranışlarını doğrudan etkileyebilir.”
Uzm. Psikolojik Danışman Sedanur Akbuğa, sağlıklı ebeveyn-çocuk ilişkisinin çocuğun kendilik gelişimi kadar bedenle kurduğu bağ üzerinde de belirleyici olduğunu vurguluyor. Aile ortamında verilen mesajların ve tutumların, çocuğun kendi bedenine nasıl baktığını ve bu bedenle nasıl ilişki kurduğunu şekillendirdiğini belirten Akbuğa, ebeveynlerin farkındalık düzeyini artırmasının, yeme bozukluklarının önlenmesinde önemli bir adım olduğunu ifade ediyor.
"NE KADAR ZAYIF OLURSAM, O KADAR DEĞERLİYİM"
Anoreksiya nevroza, yalnızca bir yeme bozukluğu değil; bireyin kendini değerli hissetme ve onay alma arzusunu beden üzerinden kontrol etmeye çalıştığı, zamanla kronikleşen psikolojik bir döngü olduğunu söyleyen Akbuğa, “Anoreksiya nevroza, sadece bir yeme problemi değil; aynı zamanda bir “değerli hissetme” ve “onay alma” çabası olarak da karşımıza çıkar. Çocuklukta yeterince görülmeyen, takdir edilmeyen ya da sevgiyi sadece başarıyla kazandığını düşünen bireyler, zamanla kendilik değerini dışsal ölçütlere bağlar. Beden de bu ölçütlerden biri haline gelir: "Ne kadar zayıf olursam, o kadar değerliyim.". Birey bu noktada zayıflığı bir tür başarı olarak görmeye başlar. Aç kalmak, kendi ihtiyaçlarını bastırmak bir tür güç ve kontrol hissi verir. Bu duygu, hastalığın sürmesine neden olur çünkü kişi orada bir “başarı” hissi yaşar.
Ayrıca sürekli dışsal onaya ihtiyaç duyan bireyler, bedenlerini de bu amaçla şekillendirme eğilimindedir. İdeal beden ölçülerine ulaşmak, sosyal medyada beğenilmek, onay almak… Bu ihtiyaçlar karşılanmadıkça da birey daha fazla kontrol uygulamaya başlar. Böylece anoreksiya nevroza, sadece bir başlangıç değil, aynı zamanda kronikleşen bir döngü haline gelir.” ifadelerine yer verdi.
"DUYGULAR SÖZE DÖKÜLEMEZSE, BEDEN KONUŞUR"
Anoreksiya nevroza, yalnızca bedenle değil, duygularla da yakından ilişkili. İçsel çatışmaların, bastırılmış duyguların ve ifade edilemeyen psikolojik yüklerin zamanla bedene yansıyabildiğini belirten Uzm. Psikolojik Danışman Sedanur Akbuğa, bu durumun anoreksiya gibi yeme bozukluklarının temelinde nasıl rol oynadığını şöyle açıklıyor: “Duygularını ifade edemeyen, özellikle de öfke, üzüntü ya da kaygı gibi “zor” duyguları bastıran bireylerde, bu duygular zamanla bedene yönelir. Çünkü ifade edilmeyen duygu, bir yere gitmez bedende kendine yer bulur. Bu bireyler bedenlerini bir tür duygusal alan gibi kullanmaya başlar. Kontrol edemedikleri iç dünyayı, beden üzerinden kontrol etmeye çalışırlar. “En azından ne yediğimi, ne kadar zayıf olduğumu ben belirleyebilirim” düşüncesi, bir tür düzen sağlama girişimidir. Yemekle ilişki burada tamamen değişir. Yemek yemek bir rahatlama, yememekse bir ceza ya da başarı aracı haline gelir. Duygular söze dökülemediğinde beden konuşmaya başlar ne yazık ki bu da sıklıkla anoreksiyanın dilidir.”
Duyguların bastırılması ya da ifade edilememesi, kişinin yemekle ve bedenle olan ilişkisini derinden şekillendirebilyor. Bu nedenle yalnızca fiziksel belirtileri değil, altta yatan duygusal süreçleri de dikkate alan bütüncül bir terapi süreci, anoreksiya nervozanın çözümünde hayati önem taşıyor.
“GERÇEK DIŞI BEDEN İMGELERİ, ÇOCUKLARDA YETERSİZLİK HİSSİNİ ARTIRIR”
Günümüzde çocuklar ve ergenler, beden algılarını büyük ölçüde dijital platformlarda karşılaştıkları mesajlar aracılığıyla oluşturmaya başlıyor. Uzm. Psikolojik Danışman Sedanur Akbuğa, özellikle gelişim dönemlerinde maruz kalınan güzellik baskılarının, sağlıksız beden algısına ve yeme bozukluklarına zemin hazırlayabileceğini belirtiyor: “Erken yaşta diyet yapmak, bedenini sürekli kontrol etmek ya da güzellik ideallerine maruz kalmak, çocukların bedenle sağlıklı bir ilişki geliştirmesini zorlaştırır.
Çocukluk ve ergenlik dönemi, kimlik gelişiminin ve benlik saygısının temellerinin atıldığı dönemlerdir. Eğer çocuk bu yaşta “Zayıf olursam sevilirim”, “Güzel olursam kabul edilirim” gibi inançlar geliştirirse, bedenini sürekli değiştirmeye çalışır.
Sosyal medya, influencer kültürü, reklamlardaki beden temsilleri de bu algıyı pekiştirir. Gerçek dışı beden imgeleri, çocuklarda yetersizlik hissini artırır. Bu da zamanla yeme davranışlarını sağlıksız şekilde şekillendirmeye başlar. Erken yaşta beden algısının bozulması, bireyin kendilik gelişimini olumsuz etkiler ve anoreksiya nevroza gibi yeme bozuklukları için ciddi bir risk oluşturur. Bu nedenle çocuklara beden tarafsızlığı ve beden olumlama gibi yaklaşımlar kazandırmak, medya okuryazarlığı becerilerini desteklemek ve çocuklukta diyet kültüründen uzak durmak koruyucu bir yaklaşım olacaktır.”
Akbuğa’ya göre, çocukların bedenleriyle sağlıklı bir ilişki kurabilmeleri için erken yaşta “beden olumlama”, “beden tarafsızlığı” ve medya okuryazarlığı gibi yaklaşımlarla tanışmaları kritik önemdedir. Bu tür destekleyici tutumlar, yalnızca yeme bozukluklarını önlemekle kalmaz; aynı zamanda genç bireylerin benlik saygılarını güçlendirerek, daha sağlıklı bir kimlik gelişiminin de temelini oluşturur.
“GEÇMİŞİN YARALARI, BUGÜNÜN KONTROL İHTİYACIYLA BULUŞTUĞUNDA”
Anoreksiya nevroza, yalnızca bugünkü yeme davranışlarıyla sınırlı bir sorun değil. Uzm. Psikolojik Danışman Sedanur Akbuğa, bu rahatsızlığın kökeninde sıklıkla çocuklukta yaşanan, ancak o dönem anlamlandırılamayan duygusal deneyimlerin yattığını belirtiyor. Geçmişin izlerini anlamadan bugünü çözümlemenin mümkün olmadığını vurgulayan Akbuğa, süreci şöyle değerlendiriyor: “Bu süreçte geçmişe bakmak, özellikle çocukluk dönemine odaklanmak, bireyin bugünkü davranışlarını anlamak için oldukça önemdedir. Çünkü anoreksiya nevroza sadece “şimdi”nin değil, geçmişte anlamlandırılamamış deneyimlerin de bir sonucudur. Aşırı kontrol, ihmal, eleştirel tutumlar ya da sevgisiz büyüme gibi faktörler, bireyin kendilik algısını şekillendirir. Terapi sürecinde bu dinamikleri açmak, kişinin kendiyle daha şefkatli bir ilişki kurmasına yardımcı olur.
Ancak sadece geçmişe odaklanmak da yeterli değildir. Bugünkü stres kaynakları, ilişkiler, sosyal baskılar da işin içindedir. Yani hem geçmişi hem de bugünü birlikte ele almak gerekir. Anoreksiya nevroza, çoğu zaman geçmişten gelen duygusal yaraların, bugünün kontrol ihtiyacıyla birleştiği bir noktada ortaya çıkar.”
Akbuğa’ya göre anoreksiya nevroza, geçmişten taşınan duygusal yaraların, bugünün stres faktörleriyle birleşerek yeniden şekillendiği bir psikolojik düzlemde ortaya çıkıyor. Bu nedenle terapi sürecinde hem geçmiş deneyimlere hem de güncel yaşam koşullarına bütüncül bir bakışla yaklaşmak, kişinin iyileşme yolculuğunda en etkili adımlardan biri.
“BEDENİNİZLE KURDUĞUNUZ İLİŞKİ, ÖMÜR BOYU SÜRECEK BİR YOLCULUKTUR”
Ergenlik ve gençlik dönemi, bireyin kimliğini ve beden algısını şekillendirdiği en hassas evrelerden biri. Bu süreçte yaşanan duygusal dalgalanmalar, sosyal baskılar ve bedenle ilgili mesajlar, bazı genç bireyleri anoreksiya nevroza gibi yeme bozuklukları açısından risk altına sokabiliyor. Uzm. Psikolojik Danışman Sedanur Akbuğa, gençlerin bedenleriyle daha sağlıklı bir ilişki kurabilmeleri için dikkat etmeleri gereken noktaları şöyle sıralıyor: “Anoreksiya nevroza açısından risk altında olabilecek ya da beden algısıyla ilgili hassasiyetler yaşayan genç bireylere yönelik öneriler, koruyucu ruh sağlığı açısından oldukça önemlidir. Gençlik dönemi; kimlik gelişimi, sosyal karşılaştırmalar ve benlik algısının şekillendiği hassas bir süreçtir.
Yapılması gerekenler:
*Duygularınızı bastırmak yerine bir şekilde ifade etmeye çalışın. Konuşun, yazın, çizin.
*Sosyal medyada gördüğünüz bedenlerin çoğunun filtreli ve gerçek dışı olduğunu hatırlayın.
*Kendinize iyi davranın. Açsanız yiyin, yorulduysanız dinlenin.
*Yalnız olmadığınızı bilin. Zorlandığınızda bir uzmandan yardım istemek güçsüzlük değil, aksine güçlü bir adımdır.
Uzak durulması gerekenler:
*Sürekli tartılmak, aynada kusur aramak
*Yedikleriniz yüzünden suçluluk duymak
*Her diyet modasını denemek
*Zayıflığı bir başarıymış gibi sunan çevrelerle içli dışlı olmak
Unutmayın, bedeninizle kurduğunuz ilişki, ömür boyu sürecek bir yolculuktur. Kendinize saygılı ve şefkatli davranmak, yaşam boyu sürdüreceğiniz en sağlıklı ilişkidir. Gerekirse bu süreci bir uzman eşliğinde yürütmek, özgürleştirici bir adımdır.”