Geçtiğimiz hafta AKİT gazetesinde yayınlanan küçük bir haber dikkatimi çekti. Haber “43 dilde dünyaya Kur’an okutuyoruz.” Başlığı taşıyor. Haberin açılım başlığı ise aynen şöyle:

 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, 43 dilde Kur’an meali basılarak “ Hediyem Kur’an olsun” projesi kapsamında dünyanın her yerine ücretsiz dağıtıldığını söyledi. İç sayfalardaki haberin detayına bilmem gerek var mı? Ben gerek görmedim.  Ancak Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş’ın “Hediyem Kur’an olsun” adıyla bir kampanya başlattığı ve 43 dilde hazırlattığı Kur’an meallerini o dilleri konuşan ülkelere gönderdiğini sizlerle paylaşmak istiyorum.  

Haberi okuyunca kendimi “Nereden… Nereye.” denmekten de alamadım. Çok değil daha 20-25 yıl öncesine kadar din ya da İslâm adına neler tartışıyorduk. Hele hafızalarımızı bir yoklayalım. Camilerde din adına konuşan vaizlerimiz ve televizyon kanallarında kendilerini din adına yetkili gören konuşmacılarımızın en çok üzerlerinde durdukları konu “Türkçe Kur’an meallerinin okunması” ile ilgili olup ağız birliği yapmışçasına “Hayır” seslerin ile birlikte “Türkçe Kur’an olmaz” itirazlarını yükseltirler ve Kur’an meali alıp okumak isteyenleri hüsrana uğratırlardı. Onlara göre Kur’an orijinal dili olan Arapça okunmalı, derin anlamı oradan öğrenilmeliydi. Daha başka “kadınlar cemaatle camide namaz kılamaz, cenaze ve Cuma namazlarına iştirak edemezler” diye konuşurlardı. Bu konuda olumlu konuşan ve dinin verdiği ruhsatları dile getirenleri ise “ Kâfir” olmakla itham ederlerdi. Daha ileriye gidip onları “Allah düşmanı, Din düşmanı, İslâm düşmanı” ilan ederlerdi. Bu konuda yılmadan mücadele eden ve İslâm’ı yeni nesillere anlatmaya çalışan Prof.Dr. Merhum Zekeriya Beyaz ve yine merhum Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve onların açtığı aydınlık yolu takip eden nice İslâm âlimlerini sokağa çıkmaz ederlerdi.

O zamandan bu yana çok yol alındı. Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı YÜKSEK DİN İŞLERİ KURULU’NUN aldığı karalarla artık kadınlarımız yüce dinimizin kendilerine tanıdığı ruhsatı kullanmaya başlamışlar ve bütün camilerimizde kendilerine ayrılan bölümlerde cemaatle namazlarını kılabilme haklarına kavuşmuşlardır. Yine ayrıca cenaze namazlarına iştirak ederek ölen kardeşlerine son görevlerini de yerine getirebilmektedirler. Zaman, zaman ön saflarda yer almamaları yönündeki ikazların da yakın zamanda sona ereceğini sanıyorum.

Bahse konu habere göre Türkçe meallere “Kur’an denilmez ve onu okumakla Kur’an okunmaz” saçmalığından da geri dönülmüştür. İslâm’la müşerref olmuş bütün milletlerin kendi dilleriyle İslâm’ı anlayabilmeleri dinimiz için büyük bir adımdır. Bu büyük adımı atan Diyanet İşleri Başkanlığımızı tebrik ediyorum. Hele de o milletlerin dilleriyle hazırlattıkları Kur’an meallerini bedava dağıtılmak üzere o ülkelere gönderilmesi her türlü takdirin üzerindedir. Böylece bütün milletlerden İslâm’ı din olarak seçen Müslümanlar kutsal kitaplarıyla yüz yüze gelecekler ve ilahi hitapla aracısız muhatap olacaklardır. Dolayısıyla asırların İslâm üzerine örttüğü cehalet örtüsü din üzerinden kaldırılacak, İslâm’ı kendileri için geçim kaynağı haline getiren zümrenin tahakkümünden kurtaracak ve her ileri hamlenin önüne konulan beton bir seddi hatırlatan irtica ve cehalet bir daha hortlamayacak şekilde gömülecektir.

Bir taraftan din adına irtica ve yobazlığın, diğer taraftan çağdaşlık adına laik ve seküler yobazların arasına sıkışmış milletimiz bir büyük buhrandan iyi yetişmiş din ve ilim adamlarımızın ortak gayretleriyle doğru yola girmiştir. Bu olumlu ve ileri hareketin sonuçları milletimizin asırlara dayalı tıkanmış yolunu açmak üzeredir. İlim ve imanın insanlığın iki kanadı olarak yücelttiği uygarlık yine bu topraklardan doğacak ve beşeriyetin ufkunu aydınlatacaktır. Mazi bir kez daha ati olacak, milletimizin genlerindeki adaletle yönetim ve hür bir iklim insanlığa hakkın bir ikramı olarak yeniden bu topraklardan dünyaya egemen olacaktır.

Cumhuriyetimizin irtica ve cehalete karşı açtığı mücadeleyi zayıflatan kurumların başında şüphesiz ona ayak uydurmada zorluk çeken Diyanet İşleri Başkanlığımız bulunmaktadır. Bugün bile hem cumhuriyetimize, hem de onun kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’E gizli mücadele içerisinde oldukları milletimiz tarafından görülmektedir. Genç Cumhuriyetimizin Osmanlı toplumuna egemen olan din adamları saltanatını birden ortadan kaldırması elbette kolay olmayacaktı. Toplum üzerindeki asırlara dayalı bu imtiyazlarını devam ettirmek için halkın cehaletini ve dini kullanmaktan hicap duymayan bu zümrenin en büyük yardımcısı ise maalesef siyaset erbabı olmuştur. Çok partili dönemle birlikte kendilerine iktidar yolunu açacak olan bu zümreyi istismar eden siyaset yobazları hem cumhuriyetimizi hem de onun devrimlerini tehlikeye atacak olan girişimlerde bulunmuşlar, onlara devlet hayatında büyük imtiyazlar tanımışlardır. Böylece cumhuriyet devrimlerinden geri dönüşe göz yummuşlardır.

Bu girişimler hem din adına hem de siyaset adına beklentilerinin aksine sonuçlar vermiş, cumhuriyetimizin yetişmiş aydın nesilleri ibreyi tekrar tersine çevirmeyi başarmışlardır. Cumhuriyetin altın nesli toplumumuzu bir daha cehaletin ve irticanın kucağına düşürmeyecek kadar tecrübe kazanmıştır. 

Önemine binaen konu üzerinde durmaya ve çeşitli yönlerden düşüncelerimizi yazmaya devam edeceğiz. Kalın sağlıcakla.