Cuma günü… Camiler dolup taşıyor, omuz omuza saf tutuluyor. Herkes işini gücünü bırakıp Allah’ın davetine icabet ediyor. Ne büyük nimet! Ne büyük birlik!

Ama dikkatimi çeken bir şey var. Gençler, yaşlılar, kimileri hutbe okunurken ellerinde telefonlarıyla meşgul oluyor. Her cuma namazında gördüğüm manzara. Oysa hutbe, cuma namazının ayrılmaz bir parçası. Sadece on beş, bilemediniz yirmi dakika sürüyor. Bu kısa süreye kulak vermek, hem ibadetin hakkını vermek hem de kendimize bir ders almak demek.

Bu konu, esasen benim mesleki alanım değil. Öğretmen olarak görevim, bilgi vermek, öğrencilere rehberlik etmek, onların zihnini ve gönlünü geliştirmektir. Dinî meseleler ise daha çok din adamlarının, vaizlerin, imamların sahasına girer. Fakat insan hayatının bazı noktaları vardır ki, meslek sınırlarını aşar; hepimizi ortak bir duyguya, ortak bir sorumluluğa davet eder.

Ne kadar bilgi verirsek verelim, ne kadar meslek öğretirsek öğretelim; kalpteki boşluğu ancak inanç, ahlak ve değerler doldurabilir. Çocuklarımıza kitap okutmak, ders vermek, bilgi yüklemek elbette önemli; ama gönül dünyalarını ihmal edersek yarım kalırız.

Din adamları hutbeleriyle, öğretmenler dersleriyle, aileler de terbiyesiyle bu zincirin halkalarıdır. Hiçbiri tek başına yeterli değildir; ancak birlikte olursak sağlam bir toplum inşa edebiliriz.

Kıldığımız cuma namazlarından birinde, camide tanıdığım bir genci gördüm. Yanında arkadaşlarıyla beraber oturuyorlardı. Hutbe boyunca telefonları ellerindeydi. Namaz bitince sordum:

“Evladım, hoca efendi ne anlattı?”

Bir şey söyleyemedi. Halbuki hutbe kul hakkı ve önemi üzerineydi. Hutbeler, bize sadece ibadeti değil, hayatın her alanını hatırlatır. Kul hakkı deyince sadece insana yapılan haksızlık akla gelmez. Hayvanların hakkı vardır, doğanın hakkı vardır. Çöpleri sokağa ya da ormana atan, toprağı kirleten, aslında kul hakkı yemektedir.

Özellikle her cuma hutbesinin sonunda okunan,

Nahl Sûresi(16) 90. Ayette:

Şüphesiz ki Allah adâletli davranmayı, iyilik yapmayı ve akrabayı görüp gözetmeyi emreder. Her türlü hayâsızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp ders almanız için size böyle öğüt verir. İşte hutbe bu güzellikleri hatırlatır.

Ben de ona güzelce anlattım:

“Bak yavrum, buraya gelmişsin, çok güzel. Ama buradan istifade etmek için hutbeyi dinlemen gerek. Hutbe kısa sürer, eğer dinlersen hem sana faydası olur hem de öğrendiklerini arkadaşlarına aktarabilirsin.”

Bir öğretmen sınıfa girdiğinde öğrencilerin dikkatini toplar, dersin faydalı olması için ortamı hazırlar. İmamlarımız da hutbeye başlamadan önce cemaate kısaca hatırlatsalar:

“Telefonlarımızı kapatalım, hutbeye kulak verelim, hutbe cuma namazının bir şartıdır.”

Bu küçük hatırlatma bile gönüllerde büyük bir tesir bırakır.

Düşünelim: Milyonlarca insan cuma günü camiye geliyor. Ama birçoğu hutbeyi dinlemek yerine telefona dalıyor. Oysa gönül gözünü açıp, kulağını hutbeye verse; milyonlarca insan aynı anda iyiliğe, güzelliğe yönelmiş olacak. O sözler hayata taşındığında toplumda rahmet, merhamet ve adalet çoğalacak.

Hutbe sadece hoca efendinin kürsüden okuduğu bir metin değil; milyonların hayatına yön verecek bir fırsattır. Gelin bu fırsatı kaçırmayalım. Telefonlarımızı bir kenara bırakalım, gönlümüzü açalım, can kulağıyla dinleyelim. Çünkü hutbe, sadece duymak için değil, yaşamak için vardır.

Unutmayalım ki hutbe bir formalite değildir. Hutbe, Allah’ın bize gönderdiği mesajların, Peygamberimizin öğütlerinin bir yansımasıdır. O an gönlümüzü açar, kulak kesilirsek belki bir cümle bize yol gösterecek, belki bir kelime hayatımızı değiştirecektir.

Gelin, hutbenin kıymetini bilelim. Telefonlarımızı sessize alalım, dikkatimizi toparlayalım, kalbimizle dinleyelim. Çünkü hutbe, sadece dinlemekle kalmayıp yaşamak için var.

Telefonlarımızı bir kenara bırakalım. Hutbenin sessiz çağrısına kulak verelim. Çünkü belki de orada duyacağımız tek bir cümle, hayatımızın en kritik yol ayrımında bize ışık tutacak.

Haftada bir defa hutbeyi dinlemeyen, hayat boyu alacağı dersi kaçırabilir.

Telefon ekranına kilitlenen gözler, kalbin kapısını hutbeye kapatır.

Hutbeyi duymayan kulak, en çok da kendi vicdanına sağır olur.

Unutmayalım, hutbe toplumu ayağa kaldırır, sırtımız dönükse ilk düşen biz oluruz.

Bir hutbede kaçırdığınız bir cümle, belki de hayatınızı değiştirecek o anahtardır.