Mustafa Kemal ATATÜRK cumhuriyeti 29 Ekim 1923 tarihinde ilan etti. 10 Kasım 1938 saat 09.05’te vefat etti. Kurduğu cumhuriyetin başında tam on beş yıl on bir gün kaldı. Bu süre içinde insanlık tarihinin tanık olmadığı bir hızla milletine büyük atılımlar yaptırdı. On beş senede on beş asırlık hamlelerle milletine yeniden var olma şevkiyle hayat bahşetti. Yaptığı devrimlerle milletini medeni ve çağdaş milletler seviyesine taşıdı. Yorgun ve hasta topluluğu dinamik ve enerji dolu bir topluluk haline getirdi. Bu millet onunla yaşadığı dönemi tarihinin altın çağı kabul ettiğinden hem kişiliğine hem de aziz hatırasına saygı duydu. Onu ATA bildi ve kendisine ATATÜRK dedi. Ona tavır koyan, hatıralarına yan bakanı hiç affetmedi. Bu nedenle siyasete soyunan herkes ya kendisini Atatürkçü olarak tanıttı ya da suskunluğu tercih etti.

Bu gün ölümünden tam seken yedi yıl geçti. Siyasi partilerimizden bazıları ATATÜRK’ün ilke ve devrimlerine yeniden dönülmesini teklif etmekte, bir kısmı ise onun izindeymiş gibi görünüp cumhuriyeti yıkmak için gizliden gizliye gayret göstermektedir. CHP ise kendisini cumhuriyetin kurucusu kabul etmekte ve Atatürkçülüğü kimseye bırakmamaktadır. Durum ise gayet açıktır ki ATATÜRK’ün izinden ve devrimlerinden çok, hem de çok saptığımız görülmekte; bazı partilerimizin ifade ettiği gibi onun aydınlık yolu aranmakta, içine düştüğümüz hazin durumdan yine onun aydınlık yoluyla kurtulabileceğimiz milletimize teklif edilmektedir.

Peki, içinde bulunduğumuz bu duruma nasıl düştük. ATATÜRK’ün aydınlık yolunu kimler tıkadı da milletimizi bu karanlık berzaha yuvarladı. Bu konu ilim adamlarımızın üzerinde çalıştığı bir konu haline yeni, yeni gelmeye başladı. Olay gün yüzüne yeni çıkmaya başladı. Bu konuda yazacaklarım bu çalışmaların ışığında kaleme alınmıştır. Başta Attila ilhan’ın konu ile ilgili çok çeşitli yazıları olmak üzere Prof.Dr.Çetin Yetkin’in değerli bir çalışması olan Karşı Devrim adıyla neşredilmiş önemli bir kitabı önümde bulunmaktadır. Ayrıca elli yılı aşkın konu ile ilgili topladığım arşivim beni böyle bir yazı yazmaya yönlendirmiştir. Şimdiden biliyorum. Bazı okuyucularım konuyu mensup oldukları siyasi cemaatin kanaatleriyle değerlendirip değersiz bulabilirler. Ancak, bu konu artık bizim için parti meselesi olmaktan çıkmış, milli bir mesele haline gelmiştir. Bu meselenin toplumun tüm taraflarınca ele alınıp çözüme kavuşturulması milletimiz için hayati önem kazanmıştır.

Sıra, milletçe bu vahim duruma nasıl ve kimler tarafından düşürüldüğümüz sorusuyla, yazımın başlığını oluşturan ATATÜRK’ün aydınlık yolunu kimler tıkadı sorusunun cevabını bulmaya geldi. Prof. Dr. Çetin Yetkin bu sorunun cevabını çok hacimli ve o kadar da değerli eserinde Türk aydınının önüne sermiş. Hemen kitabının başında O diyor ki: “ Karşı devrim 10 Kasım 1938 saat 09,05 te başladı.” (Okuyucularım Attila ilhanı tanırlar. Ancak Prof.Dr Çetin Yetkin hakkında kısa bir bilgi vermeyi yerinde buluyorum. Çetin Yetkin bir asker çocuğu. Dedesi ve Babası Atatürkçü ve CHP’li. Babası ve Kendisi CHP milletvekilliği yapmış değerli bir vatansever ve Atatürkçü. Bu özelliğini kitabının bütün satırlarına ve sözcüklerine birebir sindirmiş.)

10 Kasım 1938 saat 09,05 te ne oldu sorusu hepimizce bilinmektedir. ATATÜRK vefat etmiş yeni bir kadroyla yönetim el değiştirmiştir. Bu tarihte gelen kadrolar ATATÜRK’ün devlet kadroları başta olmak üzere bütünüyle değiştirmek, onun[a1] izlerini silmekle işe başlamışlar ve birer birer onun ilkelerini toplum ve devlet hayatından uzaklaştırmışlardır. Daha da ötesi kendi düzenlemelerini Atatürkçülük olarak niteleyip dokunulmaz hale getirmişlerdir. Bu tarihten günümüze kadar siyasi kavgaların kapısını aralamışlar, milletimizin huzur ve refahını rafa kaldırmışlardır. Onların bu yaptıklarını sırasıyla aktarmak ve konuya aydınlık getirmek bu yazının temel amacını oluşturmaktadır.

Yeni gelen kadrolar ATATÜRK’ün hatıralarını milletin hafızasından silmekle işe başlamışlar, onun kimlik ve kişiliğini unutturmak için EBEDİ ŞEF ünvanını İSMET İNÖNÜ’ye vermeyi uygun görmüşlerdir. Sonra devlet dairelerinden resimlerini indirmeyi iktidarlarının vazgeçilmezi yapmışlardır. Bununla yetinilmeyip Türk Paraları ve damga pulları üzerindeki resimlerini kaldırıp yerine İSMET İNÖNÜ’nün resimlerini yerleştirmekle icraatlarına devam etmişlerdir. Hemen akabinde ATATÜRK’ün eğitim reformunu rafa kaldırıp kendilerince yeni bir tarih felsefesi uygulamaya sokmuşlardır. ATATÜRK’ün Türk milletini esas alan tarih müfredatı değiştirilip Greko-Romen eksenli tarih öğretime sokulmuş, ATATÜRK’ün yeni nesillere Türklük şuuru vermek için yazdığı tarih kitabı çöplüğe atılarak bu şuurdan yoksun nesillerin yetiştirilmesi devletin yeni politikası olmuştur. Bu karşıtlığı Türklüğün sembollerine kadar indirmişler ve Türklüğün sembolü BOZKURT düşmanlığına kadar vardırmışlardır. ATATÜRK’ün büyük bir heyecanla ortaokul ve lise öğrencilerinin şapka kokartlarına övünçle taktırdığı BOZKURT çıkartmaları çıkartılmış, Türklüğün bu şerefli sembolü lanetlenmiş, bölücü unsurların “İt” diyen hakaretlerine seyirci kalınmıştır.

Komünist Rusya korkusu bu kadrolara öyle sinmiş, öyle sinmiş ki dünya Türklüğünden bahsetmek vatana ihanet sayılmış, bu konuda fikir beyan eden herkes zindanlara tıkılmıştır. Bu korku devlet adamlarımızın tümüne intikal etmiş, radyo ve televizyonlarda Rusya’yı tedirgin edecek Türkü ve şarkılar bile yasaklanmıştır. Bu yasaklı türkülerden biri “Çırpınırdı Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına” türküsü olup bu türkü, Azerbaycan Türklerinin Türkiye ve Türk Askeri hasretini terennüm ediyordu. Bu türkü 90’lı yıllara kadar radyo ve televizyon repertuvarlarına girememiş, ancak Sovyet bloku parçalandıktan sonra radyo ve televizyonlarda milletimiz zevkle ve hasretle dinleme imkânına kavuşmuştur.

Not: Konuya kaldığımız yerden devam edeceğim.