Yazımın bu son bölümünde ATATÜRK devrimlerinin akıbetini tarihin vazgeçilmez tanıklığıyla anlatmaya devam edeceğiz. Kimi siyasetçilerin rakiplerini acımasızca ATATÜRK DEVRİMLERİNE karşı olmakla itham ettiği ATATÜRK sonrası dönemi bir gazete köşe yazısı ölçüleri içinde ele almaya devam edecek, karşı devrimin siyasi mimarlarını ortaya koymaya çalışacağız. Çok partili dönemde kuşkusuz bütünüyle ATATÜRK ve Cumhuriyet karşıtı partiler kuruldu. Bunlar zaman, zaman iktidar ortağı hatta tek başlarına iktidar bile oldular. Ancak hiçbirisi devrimlerin sahibi olduklarını iddia eden partilerin verdiği zararı veremediler. Buna asla güçleri yetmedi.

ATATÜR’ÜN en önemli devrimlerinden biri şüphesiz Tevhid-i Tedrisat kanunu ile Milli Eğitim de yaptığı devrimdir. Okulların tümünü Milli Eğitim Bakanlığına bağlayarak eğitimin tek elden yürütülmesi ve tek tip insan yetiştirmesi bu devrimin ana ilkesiydi. Farklı eğitimle farklı tip insanların yetiştirilmesi özlenen milli birlik ve beraberliğin, hatta milletleşmenin önündeki en büyük engeldi. Bütün okulların Milli eğitime bağlanması ve müfredat birliğinin sağlanması bu engelin kaldırılmasına matuftur. Bu büyük devrimin surlarında ilk gedik 1949’lu yıllarda İmam Hatip okulları, İlahiyat Fakülteleri, Kur’an Kursları açılmasıyla yara almış, bu yara günümüze kadar büyüyerek kangren haline gelmiştir. Yeni yetişen neslin bir kısmı Cumhuriyetin öngördüğü eğitimden geçerken bir kısmı dini eğitim altında cumhuriyete ve ATATÜRK’E karşı yetişmekte, toplum uzlaşamaz ve anlaşamaz bir şekilde ortadan ikiye ayrılmış vaziyettedir. Bugün ATATÜRK’ün ve Cumhuriyetin en önemli kurumu olan Diyanet İşleri başkanlığının ATATÜRK ve CUMHURİYET’e gizliden gizliye muhalefeti, hatta toplumda rahatsızlık yaratan tavrı, cumhuriyete ve onun kurucusu ATATÜRK’e gönül bağlayan Müslüman insanımızda derin rahatsızlık uyandırarak camiden uzaklaşması bu ikili eğitimin bir sonucudur.

ATATÜRK’ÜN ve Cumhuriyetin yine en önemli devrimlerinden biri de Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsız olması ve bunu gerçekleştirecek politikaların uygulanmasıdır. Milli sanayinin kurulması, dış borçlanmadan uzak durulması bu politikanın iki kanadını oluşturuyordu. İlk fabrikaların devlet eliyle kurulması, Savunma sanayinin hayata geçirilip uçak fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikasının devreye sokulması hep bu politikaların sonucuydu. Türkiye Cumhuriyetinin ABD ile yaptığı anlaşmalar sonucu bu fabrikaların birer, birer kapatılması tam bağımsızlık ilkesinden vaz geçme ve ATATÜRK devrimlerine indirilmiş en büyük darbe olmuştur. Cumhuriyet Döneminde karşılaştığımız iç ve dış tehlikeler karşısında eli kolu bağlanmış acizliğimiz, milli güvenliğimizi dış yardımlara bağlayan anlayışın tezahürüdür.

Yirminci yüzyılda ve günümüzde bir kez daha anlaşılmıştır ki devletlerin en büyük silahı, milletlerin hayat iksiri nüfustur ve hızlı nüfuslanma politikasıdır. ATATÜRK bunun farkına varmış ve cumhuriyetin nüfus politikasını bu gerçeğe göre düzenlemiştir. Devlet memurlarına çocuk başına önemli sayılacak bir maddi destek sağlarken, halkın çocuk edinmesini temin için vergi kanunlarını bir araç olarak kullanmıştır. Altı çocuğu olan bir aileden yol parası olarak bilinen kelle vergisinden muaf tutmuş, çok çocuklanmayı devletin öncelikli politikası haline getirmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin ilk resmi nüfus sayımı 1927 yılında yapılmış, bu sayımda nüfusumuz 13,6 milyon olarak tespit edilmiştir. Cumhuriyetin onuncu kuruluş yıl dönümünde ATATÜRK’ün yaptığı meşhur konuşmada “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” diye gururla milletiyle paylaştığı başarı bu politikanın bir sonucudur.

Bu hızlı nüfuslanma ABD’nin dikkatini çekmiş olacak ki 27 Mayıs 1960 da destekleyerek iş başına getirdiği darbecilerden istediği önemli değişikliklerden birisi ATATÜRK’ün bu nüfus politikası olmuştur. ATATÜRKÇÜLÜK adına darbecilerin yaptığı bu nüfus politikasındaki değişiklik “zehir altın tasta sunulur” atasözünün tam hayata geçirilmesinin bir örneğini teşkil eder “bakabileceğin kadar çocuk edinin” ve “Aile planlaması” gibi kulağa hoş gelen sloganlarla takdim edilen bu politika devlet eliyle yürütülmüş, Sağlık Bakanlığı bütün kurumlarıyla bu politikanın seferberliğini üzerine almıştır. Bugün Doğu Türkistan’da Çin hükümetinin Uygur Türklerine uyguladığı tek çocuk edinme politikası ABD’nin isteğiyle Türkiye’de uygulanmıştır. Yeni nüfus politikasını düzenleyen kanun 1964 yılında İNÖNÜ hükümet zamanında meclisten geçmiş, yürürlüğe 1965 yılında iktidar olan ADALET PARTİSİ hükümeti zamanında girmiştir. Kanunu ilk uygulamasını ise Seçimlerde bu kanuna muhalefet ederek meydanlarda “Yürürlükten kaldırma ve uygulamama” sözü veren ve siyaset tarihimizde JET BAKAN diye şöhret bulan Vedat Ali Özkan’a nasip olmuştur. Bu kanuna en büyük muhalefeti Türk Milliyetçileri yapmış, merhum Prof.Dr. Recep Doksat Devlet dergisinde yazdığı önemli makaleleriyle bugün karşılaştığımız tehlikelere dikkat çekmiştir. Ancak her önemli konuda olduğu gibi bu konuda da din devreye sokulmuş, Diyanet işleri Başkanı Dr. Lütfi Doğan(1) “İslâm Dininin doğum kontrolüne cevaz verdiği” yönündeki fetvasıyla halk nezdindeki muhalefet kırılmıştır.

ATATÜRK’ÜN Nüfus politikasından bu geri dönüş yalnız nüfus hızının düşmesi gibi bir sonuç vermemiş, aynı zamanda Türk anasının doğurganlık yeteneğinin kaybolmasına da sebep olmuştur. Uzun zamandan beri üç çocuk için cumhurbaşkanının çağrısına ve çocuk başına maddi destek sağlanmasına rağmen Türk anasından müspet bir cevap gelmemiştir. Günümüzde aile planlaması adı altında yürütülen bu faaliyetin devletimizi yukarda bahsedilenlerden daha tehlikeli bir sonuçla karşı karşıya getirmiştir. ATATÜRK zamanındaki demografik yapımız (Nüfusun Anadolu’daki yapısı ve yayılışı) tehlikeli bir değişikliğe uğramış, bölgeler arasındaki yapı tehdit unsuru haline gelmiştir. ABD telkin ettiği nüfus politikasıyla yalnız nüfusumuzun artmasını hedef almamış, bölgeler arası dengenin değişmesini de hedeflemiştir. Batı bölgelerinde doğum azalırken, Doğu ve bilhassa Güneydoğu bölgelerinde bu nüfuslanma aynı hızla devam etmiş, değişen nüfus yapısı devleti ve rejimi tehdit eder hale gelmiştir. ATATÜRKÇÜ olduğunu iddia eden parti de bu yapının değişmesini fırsat bilip Türk siyasetine KÜRT MESELESİNİ sokmak gibi bir gaflete düşmüştür.

Ölümünün 87. Yılını idrak edeceğimiz 10 Kasım Pazar günü yine birçok insanı “İZİNDEYİZ” diye slogan atarken göreceğiz. Hâlbuki onun izi 10 Kasım 1938 saat 0905’ten itibaren birebir en yakın çevresinden silinmeye başlanmış, günümüzde en büyük eseri olan CUMHURİYET bile tehlikeye düşmüştür. At izi it izine karışmış, kimin onun izinde olduğu bile meçhul hale gelmiştir.

(1) Siyaset tarihimizde iki Dr. Lütfi Doğan vardır. Biri MSP listesinden meclise giren Gümüşhane milletvekili Lütfi Doğan. Diğeri Diyanet İşleri Başkanlığı da yapan Malatya CHP milletvekili Lütfi Doğan. Doğum Kontrolü ile ilgili fetva veren budur.