Hastalığım nedeniyle bir hafta geciken bu yazımdan dolayı okuyucularımın anlayışına ihtiyacım var. Son olarak yazdığım MİLLİ VE DİNİ BAYRAMLARIMIZ başlıklı yazımın sonunda dünya gündeminin bir numaralı gündemi olan savaş konusunu ele alacağımı ve Savaş Hukuku konusunda KUTSAL KİTAPLARIN neler söylediğini sizlerle paylaşacağımı yazmıştım.

Savaş ilk insan ve ilk nebi olan Hz. Âdem’den bu yana hep var olagelmiştir. Hz. Âdem’in oğulları Habil ve Kabil’in kavgaları ve Habil’in öldürülmesi ilk savaştır ve insanlıkla birlikte hep var olmuştur. Anlaşmazlıkların güç yoluyla çözülmesi devam ettiği sürece kıyamete kadar da devam edecektir.

Son iki yıldan beri Gazze üzerinde İsrail’in yaptığı güce dayalı katliam, zulüm ve işgal girişimleri; insanları aç ve sefil bırakmaları; çocuk, kadın, yaşlı demeden katletmeleri; okul, hastane, cami, kilise ve konutların tümünün hedef alınarak harabeye çevrilmesi ve son olarak açlık silahını da kullanarak insanların tümünü açlık canavarının pençesinde ölüme terk etmeleri bile insanlık vicdanının harekete geçmesine ve ortak hareket etmelerine sebep olamamıştır.

Tüm bu gelişmeler karşısında milletlerin tepkileri değişik olmuş, bazı milletler bu caniyane insanlık katliamına sessiz kalırken, bazı milletler de seslerini yükseltmeye ve olanlara devletlerin müdahale etmesini talep eden nümayişlere başlamışlardır. Milletlerin bu değişik tepkileri inançlarından, kutsal kitaplarının kendilerine yaptıkları telkinlerden, adet, örf ve geleneklerinden kaynaklanmaktadır.

Bizim geleneklerimiz ve milli kültürümüz gerektiğinde savaşı meşru görmüş, ancak savaş sırasında sınırsızlığı yasaklamıştır. Mesela bizde “AMAN DİLEYENE KILIÇ KALKMAZ” sözü, atalarımızdan bize miras en önemli savaş kuralıdır. Ancak, tarih tanıktır ki bütün milletlerin bu konudaki tavrı değişiktir ve her millet kendi geleneklerinin gereğini savaş meydanlarında sergilemekten çekinmemiştir. Bazı milletler savaşta düşmanlarını öldürmekle yetinmeyip ölen askerlerin burun, kulak ve dudaklarını kesmeyi, gözlerini bile oymayı hatta karınlarını yarıp kalp ve ciğerlerini çıkarıp yediklerini tarih kaydetmektedir. İslâm öncesi Araplarda yaygın olan bu adet Peygamberimizin getirdiği yasakla kaldırılmıştır. Bazı milletlerin savaş sırasında mezardan çıkardıkları cenazelerin etlerini yedikleri tarih kitaplarında kaydedilmektedir. Bu konularda milletlerin yaptıkları zulüm, işkence ve katliamlara aynı dini, hatta aynı mezhebi paylaşmaları bile engel olmamıştır. Mesela 15. Yüzyılda Katolik papazın emrindeki bir Fransız ordusu Katolik bir şehri kuşatmış, şehir teslim olduktan sonra halkı tümüyle kılıçtan geçirilmiştir. Katolik papaza “Bunlar arasında Katolikler de vardır” diye itiraz edildiğinde Katolik papazın verdiği cevap çok manidardır. “Bizim şimdi onları ayıracak zamanımız yoktur. Tanrı öbür âlemde Katolikleri ayırır ve onları mükâfatlandırır.”

Görülüyor ki savaş öncesi, savaş sırası ve savaş sonrası olanlar milletlerin inanç ve geleneklerinden kaynaklanmaktadır. Geleneklerin kaynağı da şüphesiz dinler ve kutsal kitaplardır. Savaşları dinler kutsamış, gerektiğinde müminlerini savaşa teşvik etmiştir. Savaşa iştirak edenlere, savaşta yaralananlara ve savaşta hayatını kaybedenlere büyük değer atfederken sebepsiz savaşa katılmayanları kınamış ve savaştan kaçanlara ise hain nazarıyla bakmış ve cezalandırmıştır. Savaş sırasında ve savaş sonrasındaki gelişmeleri ise kurallara bağlamıştır. Biz bunlara savaş kuralları diyoruz. Her insan ve asker savaş sırasında dininin gerektirdiği kurallara uygun davranmayı kendisine şiar edinmiştir ve böyle davranmak onlar için büyük heyecan ve mutluluk kaynağıdır. Ancak her dinin bu konudaki getirdiği kurallar ayrı olduğu için savaş sırasındaki uygulamalar başka milletler tarafından zor anlaşılmış ve kınanmıştır. Şimdiki İsrail’in Gazze’li Müslümanlara yaptıkları da bizler tarafından anlaşılmadığı ve kınandığı gibi.

Hâlbuki İsrail’li bir asker Gazze’li bir çocuğu öldürürken, kadın yaşlı demeden hepsine kurşun sıkarken, hastane, okul, mabet demeden bütün binaları yerle yeksan ederken bundan derin bir zevk almakta, dininin gereğini yerine getirmekten mutluluk duymaktadır. Çünkü onların kutsal kitapları Tevrat’ın birçok bölümünün değişik ayetlerinde savaş sırasında yapmaları gerekenler YAHOVA tarafından emredilmiştir. Bizim anlamadığımız işte budur. Onlar kutsal kitaplarının gereğini yerine getirirken kalpleri huzur dolmakta, kendilerine vaat edilen büyük mükâfatın heyecanını yaşamaktadırlar.

Mesela Tevrat’ın Tesniye kitabındaki 20.Bölümün 10 ve 20. Ayetlerini birlikte okuyalım. “Bir şehre karşı cenk etmek için ona yaklaştığın zaman, onu barışıklığa çağıracaksın. Ve vaki olacak ki, eğer sana sulh cevabı verirse ve kapılarını sana açarsa, o vakit vaki olacak ki içinde bulunan kavim sana angaryacı (Ücretsiz zorla çalıştırılan köle) olacaklar ve sana kulluk edecekler. Ve seninle barış etmeyip cenk ederlerse, o zaman onu muhasara edeceksin. Ve Allah’ın Rab onu senin eline verdiği zaman onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin. Bu milletlerin şehirlerinden olmayıp senden çok uzakta bulunan bütün şehirlere böyle yapacaksın. Ancak Allah’ın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın.” Ve yine Tesniye kitabının 7.Bölümünün 2. Ayetine bakalım. “Ve Allah’ın Rab onları senin önünde ele vereceği ve sen onlara vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin. Ve onlara acımayacaksın. Ve onlarla hısımlık etmeyeksin. Kızını onun oğluna vermeyeceksin. Ve onun kızını oğluna almayacaksın.” Ve bir de 1. SAMUEL kitabının 15. Bölümünün 1ve3. Ayetlerine bakalım. “Şimdi git Amelik’i vur. Ve onların her şeylerini tamamen yok et, ve onları esirgeme, ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür” Yeşu kitabının 6.bölümünün 21. Ayetinde ise “Ve erkek, ve kadın, genç ve ihtiyar. Öküz ve koyun ve eşek şehirde olanların hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler” Aslında bu ayetler bizim anlamakta zorlandığımız İsrail Başbakanı NETENYAHU’NUN yazıyla tasvirinden başka bir şey değildir.

Tevrat’ın bütün bölümlerinde ve ayetlerinde bunlara benzer ve daha vahim ayetler pek çoktur. Bu ayetleri benimseyip onlara iman eden, bu emirleri kendine kılavuz edinen bir toplumun varacağı yer İsrail’in Gazze’de düştüğü vahşet çukurunun ta kendisidir. Din adına inanılarak Gazze’de yapılan bu vahşet, gelenekleri ve kutsal kitapları başka olan toplumların anlayacağı bir şey değildir. Hayret ve şaşkınlık onları bilmemekten, tanımamaktan kaynaklanmaktadır.

Not: Önümüzdeki hafta konuyu tamamlayacağım.