Geçen haftadan devam ediyorum.

   …/.

   Bu bölümde AİBÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü 3. sınıf öğrencilerinin eserleri ile ilgili görüşlerine yer verececeğim.

   Sergiyi gezerken gördüğümüz eserlerde, insanlığın tarih boyunca geçirdiği evrelerde gerçeklerin topluma nasıl çarpıtılarak gösterildiği ve özellikle günümüzde yaşadığımız olaylarda yalan ve iftiralarla toplumu nasıl böldüklerini daha iyi anlayabiliyoruz.

   Öğrencilerden Saadet Söyleyici Yasa hakkında daha önce, 19.09.2024-21.11.2024 tarihleri arasında “GÖNLÜNÜ SANATA VEREN SAADET SÖYLEYİCİ YASA” başlığı ile 9 bölümlük bir yazı kaleme almıştım. Çok yönlü, yaratıcı, çalışkan ve azimli bir sanatçı olan Saadet Hanım, üniversite sınavlarına girerek kazanmış ve bugün AİBÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik bölümü 3. sınıfında torunları yaşındaki çocuklarla okuyor. Tam olarak Cumhuriyet’in yetiştirdiği, örnek alınacak Atatürk’ün kızlarından biri O.

   Saadet Hanım’la sergiyi gezerken sohbet etme imkanı da buldum. “Zevk aldığım, merak ettiğim, sanata dair her şeyi, uzman hocalar tarafından, sınıf ortamında öğreniyorum. Kendi fikir ve düşüncelerimi katarak yeni işler üretmek, sanatseverlerle paylaşmak, hikayemi farklı renk ve şekillerde yenilemek bana mutluluk veriyor. Her insan, her konuda bir şeyler yapmalı. Üretmek, yaşamaktır.” diyerek görüşlerini ifade etti.

   Sergideki “Tek Taş” adını verdiği eserle ilgili olarak da Saadet Hanım, “Kişide Tek Taş, değer ve mutluluğu, toprak üzerine dikilmiş tek taş da yazılı kimliği anlatır.” diyor. Eserin yazılı açıklamasında ise, “Tek Taş”: “İnsanlar dış dünyayı duyguları aracılığıyla algılar ve bu algılar, bizim gerçeklik anlayışımızı şekillendirir. Bu noktada, “Tek Taş” ( Eğer bir şeyin tekrar eden ya da yansıyan hali olarak anlaşılacaksa) algıların sürekli değişen, ancak sürekli olarak şekillenen bir gerçeklik algısını yansıtabilir. Sonuç olarak, eğer “Tek Taş” bir alanda tekrar eden bir süreç olarak düşünülürse felsefi olarak bu, hem alg, hem de değerler bağlamında yeniden değerlendirirse varoluşun anlamını sorgular ve sürekli değişen gerçeklik algısını anlatan bir kavram haline gelir.”

   Saadet Hanım’ın “Evler” ismini verdiği diğer seramik çalışmasında da şunları yazmış: “Kapılar kapalı, sesler boğuk, söylenen çok, anlaşılan az. Hakikat en çok tekrar edilen mi? En çok saklanan mı? Sınırlar çizilir, roller dağıtılır. Yukarıda olan konuşur, aşağıda olan inanır. Algı yönetildiğinde gerçek kimin elinde kalır? Yanılsama derinleşir, hakikat silikleşir. Peki gördüğün dünya gerçekten var mı? Yoksa sadece anlatıldığı gibi mi?”

   Öğrencilerden Ece Kan, “ Manipilülatif Dünya” isimli eseri için, “Zihinsel özgürlük, gerçeği kontrol edebilmektir. En büyük yanılgı ise özgür olan sanırken farkında olmadan kısıtlanmaktır. Sınırların ötesine bakabilen kişi düzeni, gerçekten görebilir. Peki, bu sınırları kim koyuyor…?” diyor.

   H. Yusuf Budak ise, eserine “Paralen Zihinler” ismini vermiş. Diyor ki, “ Toplumsal normatifleşme, bireylerin farklı düşünce ve davranış biçimlerinden uzaklaşıp, toplumun dayattığı tek bir norm etrafında şekillenmesidir.  Post-truth çağında, duyguların ve inançların gerçeklerin önüne geçmesiyle bu durum daha da pekişir, toplumda tek bir gerçeklik algısı hakim olur. Tıpkı zeka küpünün tüm yüzeylerinin aynı renge dönüştürülmesi gibi, farklılıklar bastırılır ve çeşitlilik kaybolur. Oysa gerçek toplumsal ilerleme, farklı bakış açıları ve düşünme biçimlerinin bir arada var olmasıyla mümkündür.”

   Semra Erdoğan da “ Körlük” isimli eserinde, “Artık görmek gerçeği kavramak için yeterli değil, çünkü hakikat çoğu zaman göz önünde, ama görülmez halde… Gerçek şekil değiştiriyor, algıya göre eğilip bükülüyor.” diyor.

   Hüseyin İlmen ise “Form” adlı eserini, “Post-truth çağından birey, toplumla kurduğu “aynı olma” ilişkisi üzerinden gerçekliği yeniden tanımlar. Gerçek, artık kanıtlarla değil; duygularla ve çoğunluğun inancıyla şekillenir. Bireysel düşünce geri çekilir, kararlar kalabalığın yönüyle alınır. Kibrit çöpü formundaki figürler  bireyin kırılgan ve kolay yönlendirilebilir halini simgeler. Aynı yüzeylere sahip olmaları, düşünsel tekdüzeliği gösterir. Her biri, kendi değil, çevresinin gerçeğiyle biçimlenir. Yanmış olanlar, sorgulamaya yaklaşanları temsil eder.” diyerek tanımlıyor.

   İremnur Üstünbaş “Eksik Bütün” isimli eserinde, “Eksik bütün tarih boyunca arzunun, bilginin ve yasak olanın simgesi olan elmayı, bugün bitmek bilmeyen bir tüketim döngüsünün metaforik anlatımı olarak ele almıştır. Tüketim çağında gerçeklik, elma gibi parlak, ulaşılabilir ve cezbedicidir. Ancak yüzeyin altı boşluklarla doludur. Tatmin edilmek üzere tasarlanmış arzular, paketlenerek sunulur. Reklamlar, marka kimlikleri ve dijital kültür aracılığıyla her elma daha iştah açıcı, gerekli, daha kişisel kılınır. Her ısırık, geçici bir tatmin sunar, ama hemen ardından yeni bir arzu üretir. Bu döngü, tamamlanmayı değil, sürekli eksik hissettirmeyi hedefler.” diyor.

   Sıla Öztürk, “……” eserinde, “Zihin sorgulanmadıkça kapanır, zamanla kendi sınırlarını daraltır ve bir hapishaneye dönüşür. Toplumsal öğretiler, bireyin düşünsel özgürlüğünü sınırlarken bilgiyi mutlak ve tartışmasız bir dogma olarak sunar. Bu düzende hakikat, bireyin değil, sistemin tanımladığı bir yapı haline gelir. Yalnızca dayatılanı kabul eden bir bakış, kendi gerçekliğini hiç aramadan kaybolmaya mahkumdur.” diye ifade ediyor.

   Nisanur Özdemir, “Sindirememek” adlı eserinde, “Her edindiğimiz bilgi bizi hakikate ulaştırır mı? İçinde yaşadığımız enformasyon çağında çokça bilgiye maruz kalan zihinlerimiz, eşindiklerinin doğruluğunu sorgulamıyor. Yalnızca bu bilgi yığınını alıp depolamakla kalmıyor, analiz etmeden düşüncesizce aktarıyoruz. Sanki sadece yaşamla, kullanım kılavuzları aracılığıyla ilişki kuruyoruz. Daima, neyi, nasıl yapmamız gerektiğini söyleyen algı mimarlarına maruz kalıyoruz.” diyor.

   Merve Aloğlu da “ Kulka” adını verdiği eserini, “Post-truth çağında hakikat, bir kukla gibi, ona yön veren ellerin iradesine göre şekillenir. Kukla, bu dönüşümün bir simgesidir. Peki, kuklanın iplerini tutan kimdir? Sahneye konulan bu gerçek, aslında kimin gerçeğidir.” diyerek anlatıyor.

   Öğrencilerden Mehmet Mata da “Zamansal Kurgular” isimli eserini, “Zamanla değişen kavramlar, sadece toplumsal evrimle değil , aynı zamanda dönemim algılarıyla şekillenir. Post-truth çağında, gerçeklik duygular ve inançlarla büküldükçe, aşk, özgürlük, aile, toplumsal roller gibi temel kavramlar da sabit anlamını yitirir. Zaman, artık sadece bir değişim aracı değil, aynı zamanda gerçekliğin nasıl algılandığını belirleyen bir etkendir. Bu çağda kavramlar, ortak anlamlardan uzaklaşarak bireysel algılardan ve toplumsal yönlendirmelerin ürünü haline gelir.” diyerek açıklıyor.

   İşte geleceğe damga vuracak sanatçılar, gerçekle ilgili düşüncelerini adeta Sokrates, Aristo, Platon gibi ismini sayamadığım nice filozoflar gibi ne kadar güzel anlatmışlar. Bu öğrencilerimizin yazdıklarını bir kaç kere okudum ve her birini çok anlamlı buldum. Gerçek olan gerçekler, ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi. Ülkemizin geleceğini de, böyle öğrenciler oldukça çok parlak olarak görüyorum. Hepsini tebrik ediyor ve başarılarının artarak sürmesini diliyorum.