Geçen haftadan devam ediyorum.
…/.
Süreyya Özkan Gaz Lambaları Müzesi’nde “Ülkemizdeki Gaz Lambalarının Geçmişi” şu şekilde anlatılıyor:
“Ülkemizde gaz lambaları 1830-1840’lı yıllarda kullanılmaya başlanmış ve yüzyılın sonlarına gelindiğinde bütün ülkeye yayılmıştır. 1970’li yıllara kadar köylerde, kasabalarda, şehirlerde her evde mutlaka olan bir gereçti. Bir araştırmaya göre 1950’li yıllarda ülkemizde beş milyondan fazla gaz lambası olduğu tespit edilmiştir. Yaşı 50’nin üzerinde olup, gaz lambası kullanmamış, onun ışığında ders çalışmamış, duvara yansımalarında hayaller kurmamış, gaz kokusu ciğerlerine girmemiş nesil yoktur. Günümüzde aydınlatma için olmasa da artık dekorasyon, estetik, güzellik, farklı hava yaratma, ya da nostalji yaşamak amaçlı halen evlerde bulundurulmaktadır.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde tamamen sosyal statüye, ekonomik duruma, inanç ve gelenek göreneğe göre, yaşam tarzına, makam ve mevkiye göre modellenmiş gaz lambaları evlerde yerini almaktadır.”
Yine müzede gaz lambaları ile ilgili olarak, Avrupa’da gaz lambalarının gelişiminin şöyle seyrettiği anlatılıyor:
“Avrupa’da gaz lambasını İskoçyalı mucit William Murdoch 1700’lü yıllarda tasarlamıştır. Bugünkü kullandığımız gaz lambalarının ilk şeklini veren ise İsviçre vatandaşı Argand’dır. Daha sonraki yıllarda Leh Tgnacy Lukasiewicz, Robert Edwin Dietz’in tasarladıkları gaz lambaları bugünkü manada gaz lambalarının atasını oluşturmaktadır. İlerleyen yıllarda ise gaz lambası üretimi sanayi haline gelmiş ve bir çok mühendis tarafından yeni modelleri geliştirilmiştir.
Argand lambası, 1780 yılında Aime Argand tarafından icat edilen bir tür kandildir. Çıkışı 6 ila 10 kandela arasında olup, önceki lambalardan daha parlaktır. Mum fitilinin ve yağın diğer lambalara göre daha tam yanması, fitilin çok daha az sıklıkla kesilmesini gerektiriyordu.
Fransa’da lambaya, Argand’ın ortaya attığı fikri kullanan ve onu Fransa’da popüler hale getiren Parisli eczacı Antonie-Arnoult Quinquet’ten sonra “Quinquet” adı verildi. Quiquet bazen lambaya cam baca eklenmesiyle tanınır.”
Çeşit çeşit, rengarenk, büyük küçük her boy gaz lambalarının sergilendiği müzenin oluşumunu sağlayan Süreyya Özkan, 1962 yılında Ankara’nın Güdül Karacaören Köyünde doğmuş. İlk, orta, lise ve üniversiteyi İstanbul’da bitirmiş. Çocukluk ve gençlik yılları Kadıköy Fikirtepe’de geçmiş. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunu. Almanya Klavsenhof Akademisinde Almanca ve Duisburg Üniversitesinde yükse lisans eğitimi almış. 1989 yılından beri İstanbul’da mali müşavir, bağımsız denetçi olarak çalışıyor. Evli ve bir çocuk babası olan Süreyya Özkan, uzun yıllardır hobi olarak yurt içinden ve yurt dışından biriktirdiği gaz lambaları koleksiyonunu Beypazarı’na armağan etmiş. Bu ilginç ve güzel müzeyi gezenler, müzeyi çok beğendiklerini ifade ediyorlar. Süreyya Özkan’ın bu bağışı, Beypazarı’nın tarihi ve kültürel zenginliklerine yeni bir zenginlik ve güzellik katıyor. Hobi olarak koleksiyon yapanlar, bunları bağışlayarak halka mal ediyorlar ve ülkemizin kültürel zenginliğine çok büyük katkılarda bulunuyorlar.
Beypazarı’nda ayrıca, Bolu’da faaliyet gösteren Beypiliç Firmasının ortaklarından olan Seher İnal Hanım’ın babası Mehmet Nurettin Karaoğuz’un bağışladığı üç katlı konak, bugün Beypazarı Tarih ve Kültür Müzesi olarak hizmet veriyor. Seher Hanım’ın çocukluğu ve gençliği evleninceye kadar bu konakta geçmiş. Seher Hanım’ın Babası Mehmet Nurettin Karaoğuz, 1850 yılında yapılan ve yıllarca yaşadıkları evlerini Ankara Valiliği İl Özel İdaresine bağış yapıyorlar. Klasik Osmanlı mimari özelliği taşıyan konak restorasyondan sonra 1997 yılında müze olarak hizmete hizmete açılıyor. Daha sonra bu müze 2014 yılında Beypazarı Belediyesine devrediliyor. Bugün Beypazarı’na giden herkesin mutlaka ziyaret ettiği, hatta ben en az 5-6 defa gezdiğim müze, etnografik özellikleri ile Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait Beypazarı yöresinin kültürünü, geleneksel yaşam tarzını ve 7 gün süren düğün geleneklerini yansıtıyor.
Şimdi müze olarak kullanılan bu konak, ataerkil aile yapısına uygun olarak yapılmış ve giriş katı taş duvarlarla örülmüş ve ahır ile avlu olarak kullanılmış. Üst katlar ahşaptan yapılmış, duvarların iç ve dış sıvaları tatlı kireçle kaplı. Bütün odalarda yüklük (yataklık), gusülhane (banyo) ve sedirler bulunuyor. Ayrıca konakta yatak odaları, misafir odaları, namaz odası, her katta mutfak ve abdesthaneler var. Konağın bahçesinde de Roma ve Bizans dönemine ait arkeolojik eserler sergileniyor. Müze’de Beypazarı ile ilgili olarak sergilenen eserler ve eşyalar, çeşitli kuruluşlar ve Beypazarı halkı tarafından bağışlanmış.
…/.
Haftaya devam edeceğim.