Geçen haftadan devam ediyorum.
…/.
Evliya Çelebi’nin yaklaşık 400 yıl önce, Beypazarı’nın çok güzel ve bugün de hala yaşayan özelliklerini ne kadar güzel anlatmış.
Tarihsel olduğu kadar, tarım ürünleri konusunda da Beypazarı’na özgü yiyecekleri ve yemek kültürü çok meşhur. Gelen turistler, yöresel yemeklerin yapıldığı restoranlarda, yaprak sarma, Beypazarı havucu ve havuç cezeryesi, Beypazarı güveci, höşmerim tatlısı yiyebiliyorlar.
Beypazarı’nda aynı anda iki iklim görülebiliyor. Beypazarı’nın içinde iki sıra halinde dinazor sırtına benzeyen yüksek kayalıklar var. Bu dinazor kayalarının sağ tarafı Bolu iklimini yansıtıyor, Karadeniz ikliminin özellikleri görülüyor. Sol tarafı ise tamamen bozkır ve sağ tarafta kar yağarken, sol tarafta güneş açabiliyor. Kentleşme de bu iki dinazor kayalarının arasında oluşmuş. İki katlı ahşap evler ve dükkanlar, Safranbolu’’daki yapılaşmaya çok benziyor. Zaten bu yapıların çoğu da Safranbolu’daki ev ve dükkanların yapan aynı ustalar tarafından yapılmış.
Şu anda kapalı olsa da, bu dinazor kayalarının ve şehrin altında birbirine bağlı ve devam eden büyük tüneller varmış. Bu tünellerin turizme açılması için halen çalışmalar sürüyormuş. Beypazarı’nın, UNESCO Kalıcı Kültür Mirası listesine girmesine kadar bu çalışmaların bitmesi planlanıyormuş. Kim bilir bu çalışmalarda Beypazarı’nın tarihi geçmişine dair ne değerli eserler ortaya çıkacak?
Beypazarı’nın tarihi çok eskilere dayanıyor. Şehre sırasıyla, Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlılar hakim oluyor. Kent, Türklerin Anadolu’ya girmesinden sonra Selçukluların yönetimine geçiyor. Bu dönemde sık sık göç eden Türkmen boylarına yurt oluyor. Bu boylardan en önemlisi Kayı Boyu Türklerinden Gazi Gündüzalp yönetiminde ilk önce Ankara civarına yerleşiyorlar. Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Bey’in dedesi Gazi Gündüzalp’in mezarının Beypazarı’nın Hırkatepe köyünde bulunuyor.
Beypazarı’na ilk ismini verenlerin ilk çağlarda burada yaşayan insanların olduğu biliniyor. O dönemlerden kalan mağaralar ve mezarlar var ve bu yaşam alanları şu anda dronlarla görüntülenebiliyor. O dönemlerde yaşayanlar, buraya Kaya Doruğu” anlamına gelen Lagania demişler. Osmanlı Devleti’nin toprak rejimi ve askeri sisteminin bel kemiğini oluşturan Tımarlı Anadolu Sipahi Merkezlerinden birisi olan Beypazarı, yöredeki Sipahi Beyine ve ticari, ekonomik hayatın yoğunluğuna istinaden Beypazarı olarak adlandırıldığı tahmin edilmektedir.
Beypazarı’nda Selçuklulardan kalma en önemli eserlerden biri, 1221-1225 tarihleri arasında yapılmış taş minareli Sultan Alaattin Camii. Selçukluların son dönemlerinde yapılan ve bugün 825 yaşında olan caminin yanında bir de aynı yaşta bulunan bir çınar ağacı bulunuyor. Selçuklular, ömürlük olsun diye yaptıkları eserlerin yanına bir de çınar ağacı dikerlermiş. Bu amaçla dikilen anıt ağaç da halen caminin yanında görkemli haşmetiyle boy gösteriyor. Ayrıca bu tarihi camide, Türkiye’nin bazı camilerinde bulunan Sakal-i Şerif de var ve Ramazan aylarında ziyarete açılıyor.
Osmanlı döneminde, Beypazarı’da 500 adet dükkan hizmet veriyor. Bu dönemde ibadethaneler çok yoğun olduğundan, ihtiyacı karşılayamıyor ve bu nedenle 50 metre ara ile 7 cami yapılıyor. 1650’li yıllarda yapılmış Kurşunlu Camisi de taş minareli ve kubbesi kurşunlar kaplıdır. Kurtuluş Savaşı sırasında mermi yapacak kurşun bulunamadığı için, kurşunları sökülerek mermi yapılıyor ve sökülen kurşunların yerine ahşap kaplanıyor. 1999 yılında, Belediye Başkanı olan Mansur Yavaş, Kurşunlu Cami’sinin kubbesini tekrar kurşunla kaplayarak, eski orijinal haline getiriyor. Gerçek hizmet de böyle olur işte. Mansur Yavaş Bey, boşuna Ankara Belediye Başkanı olmamış.
…/.
Haftaya devam edeceğim.