Biliyorsunuz, benim kaleme aldığım iki kitabım var. Hatta şu anda okuyan çoğu kişi “Onur, Hayatın Kesişme Noktaları böyle bitmemeli, devamını istiyoruz” diyor. Benim cevabım ise net: Devam kitabı gelecek, ama şimdi değil. Çünkü ilk kitabım için hedeflediğim bazı şeyleri tam anlamıyla gerçekleştiremediğime inanıyorum. Yani içim rahat etmeden ikinci kitaba geçmek bana doğru gelmiyor bekleyeceksiniz ve takipte kalacaksınız.

Bence her işte biraz geri çekilip “Ben gerçekten istediğimi yaptım mı?” diye sormak gerek. Tatmin olmadan, sırf bir şey üretmiş olmak için hızla ilerlemek bana göre değil. Eğer bir iş kafamda bitmediyse, PR ve imza etkinliklerini yeterli görmüyorsam, devamını yazamam. Bu sadece kitap için değil, her iş için geçerli. Hızlı yapılan işler çoğu zaman ya gösteriştir ya da “dostlar alışverişte görsün” mantığıyla yapılır; kâğıt üzerinde kalır ama sahada işlemeyebilir.

Bazıları diyecek ki: “Onur, sen çok detaycı düşünüyorsun.” Evet, düşünürüm. Çünkü yaptığım işte her adımı ölçer, ne yaptım ve daha ne yapabilirim diye bakarım. Bence herkes, şartlar ne olursa olsun, işini böyle sahiplenmeli.

Mesela geçen hafta Türkiye 2. Engelli Hakları Ulusal Eylem Planı açıklandı. Henüz detaylar ortada değil ancak 2026–2028 yıllarını kapsayacağı söyleniyor. Bu açıklamayı duyunca açıkçası gülümsedim çünkü daha ilk planın (2023–2025) sonuçlarını görmedik. Ne başarıldı, neler yapıldı, ölçüm nerede? Uymayan kurumlara bir yaptırım uygulandı mı? Şeffaf bir değerlendirme yayımlandı mı? Ben, bizzat engellenen bir birey olarak, bu planın varlığını bile hissetmediğimi söyleyebilirim. Durum böyleyken “ikincisini yaptık” denmesi kulağa inandırıcı gelmiyor.

Hatta 2025 içinde bazı haklarımızın geri alınmak istendiğini bile söyleyebilirim. Örneğin, ÖTV’siz araç kullanım süresi beş yıldı; her beş yılda bir araç yenileme hakkımız vardı. Bu süre 10 yıla çıkarıldı. Sivil toplum kuruluşları ve bireyler konuyu mahkemeye taşıdı. Bildiğim kadarıyla yürütmeyi durdurma kararı çıktı ve sürenin yeniden beş yıla döndüğü söylendi fakat süreç kamuya net açıklanmadı.

Sonrasında engelli maaşlarının birer birer kesildiğine tanık olduk. İncelediğimizde, engel oranı kriterlerinin değiştiğini; kendi yemeğini yiyebilen, banyosunu yapabilen bireylerin “kısmi bağımlı” kabul edilerek maaş hakkının elinden alınabildiğini gördük. Bu konuda da hukuki mücadele devam ediyor fakat kesinleşmiş sonuçlar henüz yok.

Bu anlattığım örnekleri çoğalta biliriz ancak bu iki örnek bile söz konusu eylem planlarının sahada ne kadar hissettirdiğini sorgulatmaya yeter. Çünkü sorun planlarda değil, planları masa başında hazırlayan anlayışta. Ben bir engellenen birey olarak yeterli saha gözlemi yapıldığını düşünmüyorum. Sahaya inilse, kapı çalınsa, sorunlar dinlense, birçok aksaklık daha yola çıkmadan çözülebilir.

Esas problem ise temsil eksikliği. Hatırlayalım: Bir dönem Meclis’te Şafak Pavey ve Lokman Ayva gibi engellenen bireyler vardı. Sorunu yaşayan, çözüme kafa yoran, gerektiğinde ses yükselten insanlar… Hatta Şafak Hanım’ın kürsüye çıkabilmesi için rampa yapılmıştı; etek zorunluluğu kaldırılmıştı. Lokman Bey engelliler yasasını hazırlamış, yaptırımları da güçlü tutmuştu. Sonrasında bu yaptırımlar zamanla yumuşadı Bunları nereden mi biliyorum? Çünkü bu iki isimle sohbetlerimiz olmuştu. Onlara ulaşmak zor değildi; bilgi alışverişi yapar, bazı konularda tartışırdık.

Şimdi soruyorum:
TBMM’de bugün engellenenlerin sesi olan kim var?
Bence yaşadığımız sorunların çoğunun cevabı tam burada saklı.

Bakın değerli yetkililer sevgili arkadaşlar Biz bu sorunları görünür olarak ve gerektiğinde ses çıkararak çözebiliriz. Bunun için siyaset üstü bir yapı kurulmalı. Engellenen bireylerden oluşan, bütçesi ve yetkisi olan bağımsız bir birim ya da bakanlık… Engellenenlerle ilgili yasa ve uygulamaları bu yapı denetlemeli, öneri sunmalı, hata gördüğünde düzeltebilmeli.

İnanın, söz hakkı ve etki alanı olan böyle bir mekanizma kurulursa bugün konuştuğumuz pek çok sorun çok daha hızlı çözülebilir. Unutmamalıyız: engellenmek kader değil; görmezden gelinmek bir tercihtir.