Geçtiğimiz haftalarda küçük bir tatile çıkmış, sizlere yazılarımı Aydın'ın Didim ilçesinden iletmiştim. Şimdi diyeceksiniz ki: "Onur, madem tatildeydin, niye yazdın?" İşte burada devreye benim tatil anlayışım giriyor. Tatil, sadece yatıp dinlenmek değil benim için. İnsan, tatilde sevdiği şeyleri yaparsa, sevdiği insanlarla birlikte olursa, işte o zaman gerçekten tatil yapmış olur. E benim de en sevdiğim şeylerden biri yazmak. Bu işi yapmak için belli bir yerde olmanıza da gerek yok. Yani ben hem yazıp hem de tatil yapabiliyorum. Anlayacağınız, tatil güzeldi. Şimdi yeni projelere ve etkinliklere hazırım.
Ancak son zamanlarda hissettiğim bazı şeyleri ne yazık ki tatildeyken de hissetmeye devam ettim. Sanki bu yıl bir şeyler değişti... Engellenen bireylere tanınan bazı haklar yavaş yavaş geri alınıyor gibi. Mesela engellenen bireyler eskiden 5 yılda bir ÖTV muafiyetli araç alabiliyorlardı. Şimdi bu süre 10 yıla çıkarıldı. Üstelik fiyat sınırı da eklendi. Bu şartları incelediğinizde, piyasada bu sınırlara uyan ve tekerlekli sandalye taşıyabilecek kapasitede araç bulmak çok zor hale geldi.
Bir de eskiden “Engelli Kimlik Kartı” vardı. Bu arada ben “engelli” kelimesini sevmiyorum ve kullanmaktan kaçınıyorum ama kartın ve bazı yerlerin isminde hâlâ engelli kelimesi var, o yüzden kullanmak zorunda kalıyorum. Neyse, devlet bu kartı hastane ve resmi işlemlerde kolaylık sağlasın diye çıkarmıştı. Farklı avantajlar da sağlıyordu. Ama günümüzde, kamu kurumları dâhil birçok yerde bu kart tanınmıyor. Kendi adıma konuşayım: Ayrımcılığa uğramam bir yana, bu kart artık benim hiçbir işime yaramıyor.
Gelelim tatil yerlerine… Geçtiğimiz senelerde neredeyse her plajda engellenen bireylere ayrılmış belirli sayıda şemsiye ve şezlong alanı bulunuyordu. Bu sene o uygulamanın kalktığını üzülerek gördüm. Hemen Didim Belediye yetkililerini arayıp, “Bunu niye böyle yaptınız?” diye sordum. Aldığım cevap şu oldu: “Şehir merkezindeki plajda, engelli bireyler için özel bir alan yaptık. Orası tamamen ücretsiz. Orayı kullanabilirsiniz.” Bu cevabı alınca, konuyu iyi bildiğim için kendilerine şöyle bir yanıt yazdım:
“Mesajınız için teşekkür ederim, iyi çalışmalar dilerim. Engellenen bir birey olarak, belediye plajlarında geçmişte uygulanan ücretsiz ve erişilebilir şezlong/şemsiye alanlarının bu yıl kaldırıldığını üzülerek fark ettim — siz de bu durumu teyit ettiniz. Elbette Engelliler Plajı güzel ve gerekli bir proje; buna kesinlikle destek veriyorum. Ancak benim gibi farklı tercihlere sahip engellenen bireyler için de alternatiflerin düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Anayasa'nın eşitlik ilkesi ve 5378 sayılı Engelliler Kanunu gereğince, kamuya açık alanlarda erişim hakkı bir ayrıcalık değil, temel bir haktır. Bu nedenle yalnızca Engelliler Plajı ile sınırlı kalmaksızın, tüm belediye plajlarında engellenen bireyler için belirli sayıda ücretsiz ve erişilebilir alan ayrılmasının uygun olacağını düşünüyorum. Geçmişteki uygulamanız örnek niteliğindeydi — bu sistemin yeniden hayata geçirilmesi bizleri hem mutlu eder, hem de toplumsal eşitlik anlayışını güçlendirir.”
Bu mesajı yazdıktan sonra ya bilerek ya da bilmeyerek, gittiğim plajdaki görevliler benden ücret talep etmedi. Şimdi bazı arkadaşlar bana takılmak için şöyle diyecek: “Onur, Bolu bitti; şimdi de Didim’deki yetkilileri uyarmaya başlamışsın!” Ama Bolu ya da Didim fark etmez. Ters giden bir şey gördüğümde sesimi çıkarmaktan çekinmem.
Ayrıca Engelliler Plajı’na da gittim, yerinde inceledim. Gerçekten güzel bir uygulama. Ama sadece yer yapmak yetmiyor. O alanlarda, özel eğitim almış görevliler bulunmalı ve denize girerken ya da çıkarken desteğe ihtiyaç duyan bireylere yardımcı olunmalı. Gözlemlemek için gittiğim plajda bu anlamda bir görevli göremedim.
Bakın arkadaşlar, bu anlattıklarım size küçük detaylar gibi görünebilir. Ancak unutmayın: Bir yapbozun en küçük parçaları eksikse, büyük resmi tamamlayamazsınız. İşte bu anlattığım meseleler de tam olarak böyle algılanmalı. Bunların her biri, hayat kalitemizi doğrudan etkileyen unsurlar. Haklarımızı yalnızca “verilen bir lütuf” gibi görmek yerine, bu uygulamaları geliştirmeye, daha çok insanın faydalanmasını sağlamaya çalışmalıyız. Geriye gitmek değil, ileriye taşımak gerekir. İşte ancak o zaman ülkemizi daha özgür, daha erişilebilir ve gerçekten medeni ülkeler arasına sokabiliriz.