Son günlerde tarikat ve cemaatler üzerinden yürütülen tartışmalar hepimizin dikkatini çekiyor. Sanki “tarikat” kelimesi, bazı kesimlerin gözünde sadece bir karanlık, bir öcü gibi görülüyor. Oysa bu toprakların tarihiyle, kültürüyle ve inanç dünyasıyla barışık olan herkes bilir ki, tasavvuf ve tarikatlar bu coğrafyanın mayasında vardır. İslam’ın Anadolu ve Balkanlara kök salmasında tarikatların rolünü görmezden gelmek, tarihi bir yanılgı olur.
Evet, zaman zaman bazı sahtekar kişilerin tarikat kisvesi altında yaptığı yanlışlar elbette olmuştur. Ancak bu, silsilesi sağlam, asırlardır insanlığa yol gösteren maneviyat önderlerinin değerini gölgeleyemez. Zira tarikat, dinin kendisi değil; dini ihlasla yaşamanın yoludur. Bu yol, Resulullah Efendimize (S.A.V) kadar uzanan “altın zincir”dir.
Hüzün Ayı: Eylül ve Hatıralar
Eylül ayı, Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin talebeleri için her zaman hüzünle anılır. Çünkü kendisi 17 Eylül 1959’da dar-ı bekaya göçmüştür. Yine aynı ay içerisinde damadı Seyit Hüseyin Kamil Denizolgun 7 Eylül 1992’de, torunu Ahmet Denizolgun ise 8 Eylül 2016’da Hakk’a yürümüştür.
Dahası, Ekim 1958 tarihli gazetelerde yayımlanan bir ilanla öğreniyoruz ki, Kamil Denizolgun’un annesi Seyyide Fatma Nesibe Hanım da Eylül ayında vefat etmiştir. Bu tesadüf, Tunahan Hazretleri’nin yolunu takip edenler için Eylül’ü adeta bir yas mevsimine dönüştürmüştür.
Yaprakların sararıp döküldüğü bu ay, şairlere ilham veren hüznün yanı sıra, her faninin bir gün kendi “Eylülü” ile yüzleşeceğinin de bir hatırlatıcısıdır.
Hayatından Satırlar
1888’de Silistre’nin Ferhatlar köyünde dünyaya gelen Süleyman Efendi Hazretleri, ilim ve maneviyatın harmanlandığı bir çevrede yetişti. Babası Osman Efendi yıllarca müderrislik yapmış bir alim idi. Süleyman Efendi ise küçük yaşta kaybettiği oğlunun ismiyle “Ebul Faruk”, soyadı kanunu sonrası ise “Tunahan” adıyla anıldı.
İstanbul’da aldığı eğitimle kısa sürede dönemin önde gelen alimlerinden biri oldu. İcazetini birincilikle alarak dersiamlık payesine erişti. Cumhuriyetle birlikte medreseler kapatılınca resmi görevinden ayrıldı ama irşat faaliyetlerini bırakmadı. Evlerde, cami odalarında talebe yetiştirdi. Onun rahle-i tedrisinden geçen nice talebe, müftü, vaiz, imam ve hoca olarak halkın içinde hizmet etti.
İtidal, Adalet ve Hak Ahlakı
Süleyman Efendi Hazretleri, daima itidali öğütleyen, ifrat ve tefritten uzak duran bir gönül eriydi. Şeriat hükümlerinde asla taviz vermez, talebelerine de bu hassasiyeti aşılar, aynı zamanda cemiyetin içinde, halkla iç içe bir hayatı tercih ederdi.
Onun hayatından ibretlik bir örnek de adalet anlayışını ortaya koyar: Talebelerinden biri bir gayrimüslime borçlanmış, fakat alacaklı vefat etmiştir. Ailesi bulunamayınca borcun ödenmesi imkânsız gibi görünür. Süleyman Efendi, “Git, bağlı olduğu kiliseyi bul ve parayı oraya ver” diyerek, gayrimüslim de olsa kul hakkının helal edilmeyeceğini talebesine öğretmiştir.
Maneviyat ve Toplumsal Sorumluluk
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri yalnızca dini meselelerle değil, toplumsal gelişmelerle de yakından ilgilenirdi. Günlük gazetelerden dış politika yazılarını takip ettirir, talebelerini dünya gündeminden haberdar ederdi. İslami yayınların yaygınlaşmasına büyük destek vermiş; Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu”suna, Cevat Rıfat Atilhan’ın faaliyetlerine, O. Yüksel Serdengeçti’nin dergisine hep sahip çıkmıştır.
Onun gözünde hocalık bir meslek değil, bir memuriyet hiç değil; Allah ve Resulünün mesajını insanlara ulaştırma vazifesiydi.
Bir Kutup Yıldızı
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, hayatını İslam’ı yaşatmaya, müminlerin gönlünü imanla inşa etmeye adamış bir manevi rehberdi. Onu anlatmak kolay değil; çünkü o, sadece sözleriyle değil, hayatıyla yol gösteren bir kutup yıldızıydı.
Rabbim gani gani rahmet eylesin, hepimizi Resulullah’ın sancağı altında buluştursun.