Türkiye Cumhuriyeti anayasasının ikinci maddesi aynen şöyledir. “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Bu maddeye göre devletimizin en önemli niteliklerinden biri, belki de birincisi şüphesiz laikliktir. Uzun tarihimiz içinde milletimizin birbirine düşmanlığının ve dinmeyen gözyaşının en önemli sebebi mezhep savaşları olmuştur. Bu gün bile millet olmamızın önündeki sebeplerin başında halen mezhep farklılıklarını aşamayışımız gelmektedir. Cumhuriyetimizi kurup bize emanet edenler bu hastalıklı yapının aşılmasında laikliği yegâne çare olarak görmüşler ve devletimizin temel niteliği haline getirmişlerdir.

Laiklik eksik olarak din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tarif edilmiştir. Okullarda da yeni nesillere böyle anlatılmıştır. Bazı kötü niyetliler ise laikliği din düşmanlığı hele de İslâm düşmanlığı şeklinde anlamış, uygulaması da bu anlayışa uygun şekilde yapılmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet devrimleri içinde en hayati olan laiklik ilkesi halkımız tarafından dirençle karşılanmıştır. Günümüzde bile laiklik hala bu anlayışın sonucu olarak zaman, zaman açıktan; zaman, zamanda gizli bir şekilde dinle bağdaştırılamayan bir anlayış olarak anlatılmakta, Müslüman halkımızın cumhuriyete, onun ilkelerine ve kurucularına şüpheyle bakmaları, yarınlarımızın aydınlığı karartılmaya çalışılmaktadır.

Laik Türkiye Cumhuriyetinin en önemli kurumu şüphesiz Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Genel Kurmay Başkanlığımızla aynı günde kurulan bu kurumlar cumhuriyetimizin dayanağı ve temelini oluşturmuşlardır. Ancak, zamanla Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu hassasiyeti törpülenmiş, Laik devletimizin karşı cephesinde yer alan şer güçlere cesaret veren bir görünüm arz etmeye başlamıştır. Bunun sebepleri ilgililerce incelenmeli ve izalesi için gerekli adımlar gecikilmeden atılmalıdır.

Bence bunun en büyük sebebi laikliğin uygulamasından kaynaklanmaktadır. Laik devlet bütün din, mezhep, tarikat ve cemaatlere eşit mesafede olmalı, bu işlerden kontrol dışında elini çekmelidir. Devletin resmi dini ve mezhebi varmış havası anlaşılacak uygulamalardan uzak kalmalıdır. Maalesef bugün devletimiz Sünni İslâm’ın ve de onun milletimizin tarih içinde anlayışına uygun olmayan Eş’ari kanadının etkisi altına sokulmuş, camilerde ve okullarda bu anlayış insanımıza telkin edilmeye başlanmıştır. Bu işlerde de devletten maaş alan görevliler kullanılmaktadır.

Laik cumhuriyetimizin okullarında ve mabetlerimizde bu görevi üstlenen kişilere DİN GÖREVLİSİ denilmektedir. Ancak hiçbir laik ülkede olmadığı halde maaşlarını devlet bütçesinden almaktadırlar. Devlet bütçesinden maaş alan diğer devlet görevlilerinden farklı olarak da bunlara din görevlisi denilmektedir. Hiçbir dinde ve de özellikle de İslâm Dininde devletten para alınarak din adına görev yapmak yoktur. Dini görevi para için yapanların yanlış yolda oldukları Kur’an-ı Kerimde açıkça ifade edilmektedir. Ayrıca, İslam Dininde din görevlisi sıfatıyla olmayan bir zümrenin devlet eliyle oluşturulması, İslam’da olmayan ruhban sınıfının ihya edilmesi hem dine, hem de laik sisteme uygun düşmemektedir.

Musevilikte ve Hıristiyanlıkta mevcut ruhban ve rahipler zümresini Kur’an-ı Kerim reddetmekte ve kınamaktadır. Böyle bir zümrenin devlet eliyle oluşturulması ve İslâm’a monte edilmesi hem dine, hem de laik cumhuriyet ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Hele de maaşlarının devlet tarafından karşılanma uygulaması hiçbir laik ülkede yoktur. Bir kişi DİN GÖREVLİSİ ise maaşını görevini ifa ettiği din tarafından ödenmelidir. Eğer maaşı devlet tarafından karşılanıyorsa o kişi DİN GÖREVLİSİ değil, devlet görevlisidir. Hiçbir laik devlette bir din görevlisine maaş ödenmez. Bir devlet din görevlisine maaş ödüyor, okullarda ve mabetlerde halka din, mezhep ve inanç telkin ve tebliğ ediyorsa o devlet laik devlet değildir.

Laik devlet bütün din, mezhep ve inanç guruplarının önünü açmalı, hepsine eşit çalışma ve inançlarını yayma imkânı hazırlamalı, kontrol altında tutarak zararlı ve sakıncalı faaliyetlere fırsat vermemelidir. Laik cumhuriyetimize yakışan bu, hedef te bu olmalıdır. Böylece farklı inanç ve mezheplerden oluşan insanımızın devletine güveni artar, birbirine samimi bağlılıkları gelişir ve beklenenden daha kısa zamanda milletleşme sürecimiz de de tamamlanmış olur. Bu devlete bağlılık din, mezhep ve tarikat mensubu olmanın inisiyatifinden çıkarılmalı, insanımız inanç hürriyetini doyasıya yaşayabilmeli ve laik bir devletin vatandaşı olmanın huzurunu iliklerine kadar hissedebilmelidir. Laik devlet DİN GÖREVLİSİ adı altında hiçbir kişiye özel sıfatla çalışma yetkisi tanımamalı ve maaşlarını da bu milletin bütçesinden karşılama hoyratlığından vazgeçmelidir. Bir kişi DİN GÖREVLİSİ ise o kişi görevlisi olduğu din ve mezhepten ücretini almalı, devletten elini çekmelidir. Böylece din, Mezhep ve tarikatlar görevlendirdikleri kişilerin maaşlarını devlet bütçesinden karşılatarak üstlendikleri vebalden de kurtulmalıdır.