Geçen haftadan devam ediyorum.

…/.

Mustafapaşa’da her bir binası tarihi değer taşıyan, yine tarihi bir binanın bahçesinde çay kahve içerek ve sohbet ederek dinlendik. Ardından Avanos ve Ürgüp arasında bulunan doğa harikası Devrent Vadisi’ne geldik. Devrent kelime anlamıyla “Derin çukur, uçurum” demek. Ancak burada derin çukurlar yok; bir plato şeklindeki yeryüzü üzerinde şahane peri bacaları var. Burada yerleşim yeri olmadığı için evler ve kiliseler yok. Doğal erozyonla şekillenmiş hayvan şeklini andıran çeşitli kaya oluşumları bulunuyor. Özellikle deveye benzeyen kaya çok ilgi çekiyor. Biz de bu şahane kaya şekillerine bakarken, kimisini kuşa, kimisini balığa benzettik, artık gerisi hayalinize kalmış. Halk arasında da bu nedenle “ Hayal Vadisi” olarak adlandırılmış. Her yıl bu tüf ve bazalttan oluşan volkanik taşlar 0,5 cm. aşınıyormuş, yeni şekiller ortaya çıkıyormuş. Güneş batımında da Devrent Vadisi pembe bir renk aldığı için “Pembe Vadi” olarak da isim verilmiş. En çok ziyaret edilen ve çok popüler bir yer olan Devrent Vadisi’ne giriş ücreti yok; otobüslerle ve özel araçlarla gelenler, bu şahane manzaraları seyrederek fotoğraf çekiyorlar.

Devrent Vadisi’nin büyülü manzaralarında bol bol fotoğraf çektikten sonra, Kapadokya’nın meşhur şaraplarının yapıldığı Turasan Şarap Fabrikası’na geldik. Doğal kayanın içine oyulmuş kavlarda bekletilen şarapların satıldığı satış mağazasında çok çeşitli şaraplar sergileniyor. Kapadokya’nın tarihi ve doğal güzelliklerinin yanında şarapları da meşhur. Eskiden şarap tadımları ücretsiz yapılıyordu, şimdi şarapları ücretli olarak tattırıyorlar. Şarap mağazasında çalışanların tavsiyeleri ile kırmızı, pembe ve beyaz şaraplardan aldık.

Bir başka durağımız da oniks ve diğer değerli taşların hem yapımı, hem de tanıtımının yapıldığı Oniks Atölyesi oldu. Burada sarı, pembe, kırmızı ve beyaz renkli taşlardan yapılmış evlerde kullanılan süs eşyaları ve çok çeşitli takılar mevcut. Hepsine hayranlıkla baktık. Çok güzel olanları tabi ki çok pahalıydı. Çalışanlar tarafından bu taşların sağlık açısından da faydası olduğu bol bol anlatıldı.

Ardından, Avanos İlçesinden geçen ve Ülkemizin en uzun nehri Kızılırmak’tan çıkarılan kırmızı toprağın hammadde olarak kullanıldığı çanak çömleklerin yapıldığı atölyeye geldik. Atölyede çok çeşitli çanak çömleklerin satışının yapıldığı çok büyük bir mağaza var. Mağazada çok çeşitli ve çok güzel işlenmiş vazolar, ev eşyaları ve süs eşyaları satılıyor. Bu mağazanın yanında da ustalar, çanak çömleklerin geleneksel yöntemlerle yapılışını, çamuru nasıl işlediklerini bizzat elleriyle şekil vererek gösteriyorlar. Bu bölgede eskiden çanak çömlek ustası olmayana kız verilmediğini de özellikle belittiler.

Buradan peri bacalarının en yoğun olduğu bölge olan ve eskiden Rahipler Vadisi olarak bilinen, şimdi Paşabağları Ören Yeri olarak adlandırılan açık hava müzesine geldik. Burası 9 milyon yıl önce volkanik patlamalar sonucu oluşmuş. Doğal etkenlerle aşınarak üç başlı büyük peri bacaları haline gelmiş, bir dönem keşişlerin yaşam alanları olmuş, peri bacalarının en güzel örneklerinin bulunduğu bir yer. Buraya müze kartla giriliyor. Müzeye girdikten sonra Dünya’nın ve Türkiye’nin ilk ve tek peri bacası içinde hizmet veren Jandarma Asayiş Noktası’nın önünden geçtik. Özellikle şapka şeklinde çok sayıda peri bacasının bulunduğu bölge, Avanos’a 5 km., Paşabağları’na 1 km. mesafede bulunuyor. 9. ve 10. yüzyıllarda Hristiyanların önemli yerleşim ve dini merkezlerinden biri ve rahiplere ilk dini seminerlerin verildiği yer. Üç vadiden oluşan açık hava müzesinde, kayalara oyulmuş manastırlar, kiliseler, tüneller, değirmen, Aziz Simeon adına yapılmış şapel ve mekanlar var. 1952 yılına kadar insanların içinde yaşadığı yer, şimdi tamamen açık hava müzesi haline getirilmiş,. Çok geniş bir araziyi kapladığı ve çok büyük peri bacaları bulunduğu için 2-3 saatte ancak gezilebiliyor.

Rehberimiz Fırat Bey, Paşabağları açık hava müzesi hakkında şu ilginç bilgileri verdi:

“Burası milyonlarca yıl önce volkanların patlaması ile yayılan tüf tabakasının yağmurlar, rüzgarlar ve akarsular nedeniyle aşınması sonucu yavaş yavaş oluşmuş bir yer. Şimdi eskisi gibi akarsular olmadığı için kum gibi yerler çöküyor, tüf tabakaları ise hava ile temas ettiğinde sertleşiyor. Bu devinim daha yüzyıllarca devam edecek. Hiç birimiz yok olduğunu göremeyeceğiz. Şu anda buraların misafirleri biziz. Bir taraftan da bulunduğumuz yerler çöküyor. Çok büyük mucize gibi. Buna benzer oluşumlar Amerika Utah’ta ve Türkiye’de Erzurum’da bazı yerlerde var, ancak onların hiçbirisi volkanik kaya tipleri olmadığı için böyle değil. Patlayan yanardağ ağızlarının bolluğu, iklimin etkisi, bölgedeki bu havzanın oluşması, böyle bir harika yaratmış. Dünya’da eşi benzeri olmayan bir yer haline gelmiş. İnsan yapsa bu kadar sağlam olmaz ve bu kadar dayanmaz. Hatta zamanın Turizm Bakanı Işılay Saygın burayı görünce hayretle, “Bunları buraya hangi medeniyet koydu?” diye sormuş. 17. yüzyılda iki Fransız seyyah buraya gelmiş. Gezerlerken birkaç kayanın içinden dumanlar çıktığını görünce korkup kaçmışlar. İçlerinde insanların yaşadığını tahayyül edememişler. Kahvede oturanlar bunlarla dalga geçmişler ve “Onların içinde periler yaşıyor.” demişler. Gerçekten de burası peri masallarını andırıyor.”

…/.

Haftaya devam edeceğim.