Üçleme, triloji veya üçlü yapıt… Aynı anlama gelen bu tanımlamalar, birbirinin devamı niteliğinde olan ya da konu açısından bağlantılı üç eseri ifade eder.
Bu yöntem, edebiyat ve sinemada sıkça karşımıza çıkar.
Türk edebiyatında bunun en güçlü örneklerinden biri Kemal Tahir’in “Esir Şehir Üçlemesi” dir.
“Esir Şehrin İnsanları”, “Esir Şehrin Mahpusu” ve “Yol Ayrımı” romanlarında, İstanbul’un işgal yıllarından Cumhuriyet’in doğuşuna uzanan süreçte bireyin ve toplumun hürriyet ile aidiyet arayışı anlatılır.
Sinemada ise Semih Kaplanoğlu’nun “Yusuf Üçlemesi” – “Yumurta”, “Süt” ve “Bal” – aynı diyalektiği bireyin iç dünyasında kurar.
Bu üçleme, Yusuf’un çocukluktan yetişkinliğe uzanan derin yolculuğunu konu eder.
Ben de toplumumuz için her açıdan önemi bulunan, birbirine bağlı Siyaset–Liyakat–Makam konularını üçleme serisi hâlinde ele almak istedim.
Üçlememin ilk konusu: Siyaset.
Siyaset, en genel anlamıyla toplumsal yaşamın düzenlenmesi ve yönetilmesi hareketidir; insanların nasıl bir toplumda yaşamak istediklerine dair ortak akıl oluşturma çabasıdır.
Adaleti tesis etmek, hakkaniyeti gözetmek, milletin birliğini ve dirliğini korumak, toplumun ortak iyiliğini sağlamak; yani insana ve topluma hizmet etmek için gerçekleştirilmesi gereken bir uğraştır.
Gerçek siyaset, kavga değil uzlaşma; ayrıştırma değil birleştirme; yıkma değil inşa etme sanatıdır.
Fikirde sebat, ahlakta dirayet, icraatta samimiyet ister.
Sizler bu satırları okurken, “Bu tanımlamalar kulağa ne kadar hoş geliyor, ne güzel söylediniz; ancak bir de gerçekler var Sayın Durak.” dediğinizi duyar gibiyim.
Evet, çok haklısınız.
Ne yazık ki günümüzde siyaset bu ideal tanımların uzağında seyrediyor.

Milletin derdini çözme sanatı olmaktan çıkıp, kişisel çıkarı koruma mücadelesine dönüşmüş durumda.
Koltuklar hizmet için değil, kudret göstermek için isteniyor.
“Halkın sesi” olmakla övünenler, halkın sesini duyamaz hâle geliyorlar.
Toplumun birliğini güçlendirmek yerine ayrışmadan beslenen bir siyaset dili yayılıyor.
Artık fikirler değil sloganlar, projeler değil polemikler öne çıkıyor.
İşte bu noktada, eleştirilerinde sonuna kadar haklı olanlara büyük bir vazife düşüyor.
Siyaset ne kadar yozlaşmış görünse de, bir gerçeklik ki insan için “mümkün olan en iyi toplumu kurma umudunun yolu” yine siyasetten geçiyor.
Bu umut; adaletin, barışın ve özgürlüğün bireysel çabalarla değil, ancak kolektif ve teşkilatlı bir faaliyetle — yani siyasetle — sağlanabileceği inancına dayanıyor.
Siyasetin bugünkü ahvali ortadayken, iyi insanların “Bu iş bize göre değil.” diyerek kenara çekilmesi anlaşılır bir tepki gibi görünse de, aslında en büyük hata olduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü siyaset, hepimizin hayatını doğrudan şekillendiren, etkileyen bir toplumsal düzeni inşa ediyor.
Hâl böyle olunca, bu iş sadece siyasetçilerin meselesi olmaktan da çıkıyor.
İyi insanlar da siyasete mesafeli kalıp sustuğunda, maalesef meydan kötülerin gürültüsüne kalıyor.
Nasıl ki bir bahçede ayrık otları temizlemeden güzel bir hasat elde edilemezse; siyaseti kendi şahsi çıkarları için kullananlardan arındırılmamış, ahlaklı ve erdemli insanların olmadığı bir siyasetten de hayırlı işler çıkmıyor.
Bu nedenle siyaset alanı, her dönemde yeniden ahlakla terbiye edilmek zorundadır.
Siyaseti temiz niyetli insanların onarması gerekmektedir.
Bu yüzden iyi insanlar, siyasetten uzak durmak yerine bu alana dâhil olup onu ıslah etmenin yolunu aramalıdır.
Siyaset; temiz kalpli ve iyi niyetli insanların cesaretiyle, milletin yararına yeşeren bir bahçe gibi, her mevsim yeniden çiçek açmalıdır.
İşte bu yüzden herkes üzerine düşeni hakkı ile yerine getirmelidir.
Gelecek haftalarda, üçleme serimizin ikinci konusu “Liyakat – İşin Ehli Olmak” başlıklı yazımızda, adaletin ve ehliyetin temelini ele alacağız.