Seri yazımızın bir önceki bölümünde Kur’an’ı Kerime göre dilin önemi üzerinde durulmuş, Kur’an’ın vahiy dilinin Arapça olduğu gerekçeleriyle birlikte Kur’an ayetleriyle apaçık bir şekilde anlatılmıştı. Ancak, konu ile ilgili olarak kutsal kitabımız Kur’an’ı Kerimde başka ayetler de bulunmaktadır. Bu ayetlerin derin anlamlarıyla birlikte konu düşünülmeli ve anlam bütünlüğü böylece sağlanmalıdır.

Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Hucûrat suresi 13. Ayeti şöyledir. “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Tanışasınız diye sizi milletler ve kabileler halinde kıldık. Şüphesiz Allah katında en değerli olanınız, takvada en ileri olanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” Bu ayetin konumuzla ilgili anlamı üzerinde durursak gördüğümüz gerçek şudur. İnsanoğlu bir anne ve babadan türemiştir, milletlere, kavim ve kabilelere ayrılmıştır. Hiç birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Bu milletlerin yeryüzü üzerindeki yerleri, renkleri bir yana bırakılırsa en önemli ayırıcı özellikleri dilleridir. Her milletin kendine özgü bir dili vardır ve her milletin konuştuğu dil o milletin adını taşır. İlk insandan günümüze milletlerin konuştuğu dil sayısı dil bilginlerinin tespitine göre altı binin üzerindedir. Bu dillerin pek çoğu ölü dillerdir. O dili konuşan milletler tarihten silindikleri andan itibaren dilleri de yok olmuş, ya da galip milletler tarafından asimile edilip unutturulmuştur. Meselâ Sümerce, Akadca, Hititçe, Firigçe ölü dillerdir. Bir zamanlar konuşulan bu dillerşe birçok edebi ve ilmi eserler meydana gelmiş olmasına rağmen gönümüzde konuşulmamaktadır ve ölü diller kategorisindedirler. Kıptice (Firavun kavminin dili), Berberice (Kuzey Afrika milletlerinin dili) Araplar tarafından asimile edildikleri, için unutulmuştur ve ölü diller listesine eklenmişlerdir.

Cenab-ı Allah ilk insan Hz. Adem’den son Peygamber Hz. Muhammed’e kadar sayısız peygamber göndermiştir. Bunu Kur’an’ın çeşitli ayetlerinden anlamaktayız. Mesela Gafir Suresi 78. Ayet mealen şöyledir. “Ey Muhammed! Andolsun ki senden evvelde peygamberler gönderdik. Onların içinden sana hikâyelerini anlattığımız kimseler de var, sana bildirmediğimiz kimseler de var. Hiçbir Peygamber Allah’ın izni olmaksızın, herhangi bir ayeti kendiliğinden getiremez. Allah’ın emri gelince de hak ve adaletle de hükmolunur. İşte o zaman boşa uğraşanlar hüsranda kalırlar.” Yine Rum suresi 47. Ayette şöyledir. “Andolsun ki senden önce bir nice Peygamberleri kendi kavimlerine göndermişizdir de onlara açık deliller getirmişlerdir. Ama, biz suç işleyenlerden öç aldık. Çünkü mü’minlere yardım etmek bir haktı.” Ayrıca yine Hicr suresinin 10. Ayeti de bu konuda önemli bir işarettir. Ayette “Andosunki senden önce geçen çeşitli milletlere de Peygamberler göndermiştik.” Denilmekte ve konuya İbrahim suresi 4. Ayetle daha bir açıklık kazandırtmaktadır. Bu ayette Allah “Her Peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik ki onlara apaçık anlatsın” Ve başka bir ayette ise Cenab-ı Allah şöyle buyurmakta bizi her türlü yanlışlıklardan korumaktadır. “Biz peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz. Isra suresi ayet 15” Aynı konuda Şuara suresi 208 ve 209. Ayetlerinde de şu ifade yer almaktadır. “Biz Peygamber göndermeden hiçbir toplumu helâk etmedik. Biz zalim değiliz.” Bir de şu Fatır suresi 24. Ayetin anlamına bakalım. “Şüphesiz ki biz seni müjdeci, korkutucu olarak hidayetle gönderdik. Hiçbir millet müstesna olmamak üzere mutlaka içinde bir uyarıcı geçmiştir.”

Yukarda zikrettiğimiz Sure ve ayet numaralarını verdiğim ilahi beyanlardan açıkça anlaşılacağı üzere insanlığı kendisine kulluk etmeleri için yaratan Allah, onların doğru yoldan ayrılmamaları için sayısı kendince malum Peygamber göndermiştir. Bu peygamberler gönderildikleri milletlerin diliyle vahiy almışlar ve gönderildikleri milletleri kendi dilleriyle uyarmışlardır. Uyarılara kulak asmayan milletler helak olmuş, peygamberlerin uyarısına uygun hareket eden toplumlar ise kurtuluşa ermişlerdir.

Burada Kur’an-ı Kerimin kalbi sayılan Yasin suresinin 2. Ayetinden başlayıp 6. Ayetine kadar olan ilahi beyanı zikredeceğim. Bu ayetlerde Allah Peygamberine şöyle buyurmaktadır. “(Ey Muhammed!) Daima galip ve çok merhametli olan Allah’ın indirdiği Kur’an-ı Kerim’e yemin ederim ki, Sen, daha önce ataları uyarılmayan ve bu yüzden gaflet içinde bulunan bir kavmi uyarman için dosdoğru bir yol üzere gönderilmiş bir Peygambersin.” Bu ilahi beyan, Arapların daha önce herhangi bir Peygamber tarafından uyarılmadığını, kendilerine bir peygamber gönderilmediğini ve gaflet içinde bir toplum olduğunun apaçık bir ifadesidir.

Yazının bir önceki bölümüyle konuyu bütünleştirecek olursak:

1-Her milletin bir dili olduğu,

2-Her millete peygamber ya da peygamberler gönderildiği,

3-Her Peygambere gönderildiği milletin diliyle vahiy iletildiği

4-Her milletin dili vahye muhatap olduğu,

5-Hiçbir dilin diğer bir dil üzerine imtiyazının ve üstünlüğünün bulunmadığı, bazı dillerin, özellikle Arapçanın söylenildiği gibi Allah indinde diğer dillere göre daha muteber dil olduğu iddiası, hele de Cennette Arapça konuşulacağı savı; gayri İslâmi ve gayri Kur’an-i bir iddiadır ve safsatadan başka bir şey değildir. İslâm adına kim böyle bir iddiada bulunup konuşuyorsa Müslümanın temiz itikadını hedef almış, ya da bin iki yüz yıldır yapıp beceremedikleri milletimizi asimile edip Araplaştırma politikasının gönüllü uşaklarıdır.

6- Bütün milletlere olduğu gibi Türk milletine de Peygamber ya da Peygamberler gönderilmiş, dilimiz Türkçe ilahi vahye muhatap olmuştur. İslamiyet adına kim aksini söyleyip savunuyorsa o ya cahildir, ya da Türk ve Türk düşmanlığını bu yolla yapmaktadır.

Not: Başka konularda buluşmak üzere kalın sağlıcakla.