Yazdığım her yazım yayınlandıktan sonra okuyucularımın sorularına muhatap olurum. Bu sorular çoğunlukla telefonla, zaman zaman da karşılıklı mülakat halinde olmaktadır. Tanımayan ya da telefonumu bulamayan okuyucularım yazımın altına mesajlarını ileterek yazılarımla ilgili düşüncelerini söylemekte ya da katılmadıkları konuları dile getirmekteler. Muhterem müftümüzle ilgili olarak kaleme aldığım “MÜFTÜMÜZ YANILIYOR MU, YANILTIYOR MU?” başlıklı yazıma mesaj gönderen değerli okuyucum Mustafa da bunlardan biri. Yazıma gönderdiği mesajında Mustafa: “Hasan Hocam siz beni tanımazsınız. Ama ben sizi gıyabınızda tanırım. Bazen saygı duyar, bazen kızarım. Bu da bizim okuyucu olarak biraz hakkımız sanırım. Gelelim yazınızdaki meseleye: Lütfen aşağıdaki soruları cevaplandırabilir misiniz? Peki, Hasan Hocam bu imamlar ne yiyip içecekler? Evinin ibate ve iaşesini nasıl karşılayacak? Nasıl evlenecek? Nasıl çoluk çocuğunu okutacak? Allah(C.C.) aşkına bir açıklar mısınız?” demekte, haklı olarak bu sorularına cevap beklemektedir. İnanın buna benzer çok soruyla karşılaştığımı ifade edebilirim. Mustafa’nın sorusuna vereceğim cevap, diğer okuyucularımın benzer sorularına da cevap olacaktır.
Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki yazılardaki ifadeler benim kanaatlerim değildir. O ifadeler ya Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, ya da İslâm ulemasının ortak fetvalarıdır. Örnek olarak kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in 21. Ayeti mealen aynen şöyledir. “Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayete ermiş kimselerdir.” Bir de Sebe suresi 47. Ayete bakalım. Ey Peygamber “De ki: sizden bir ücret istemişsem o sizin olsun. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. O her şeye şahittir.” Şuara suresi ise daha önceki peygamberlerin bu konuda kavimleriyle yaptıkları konuşmaların örnekleriyle doludur. Örneğin Nuh Peygamber kavmine “Ben size gönderilen, güvenilen bir elçiyim. Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Bunun için sizden hiçbir ücret istemem. Benim ücretim âlemlerin Rabbine aittir. Şuara suresi 107,108 ve 109.Ayet” Bu beyanları aynısı sonra gelen diğer ayetlerde de Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lût ve Hz. Şuayb’in ağzından ifade edilmektedir. Bu ayetlerin apaçık anlamlarına uygun fetvalar hazırlayan İslâm uleması “ibadet yaptırma karşılığında ücret almak dinen caiz değildir” fetvasını vermişlerdir. Daha sonraki dönemlerde İslâm uleması “bu görevlerin sahipsiz kalmaması gerekçesiyle” imamların ücret almalarını caiz görmüşlerdir. Ancak: Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 12 Temmuz 2017 tarihli kararında konuyu kesinleştirmiş ve hükme bağlamıştır. Bu karara göre “İmam-Hatip ve müezzin kayyımların görevleri sadece namaz kıldırmaktan ibaret değildir. Cami görevlileri, vaaz, irşat ve Kur’an öğreticiliği gibi din hizmetlerinin yanında, caminin ibadete açılması, ibadet için hazır tutulması, temizliği, bakımı, korunması gibi pek çok hizmet sunmaktadırlar.” Demekte, imam ve müezzin-kayyımların bu nedenlerle ücret aldıklarını hükme bağlamışlardır.
İslâm Dininde ruhbanlık sınıfı yoktur. İslâm toplum yapısında din adamlığı ve imamlık zümresi bulunmamaktadır. Yani kendi ibadetini yapabilen her Müslümana uyularak namaz kılınabilir. Bu husus diğer dinlere göre İslâm’ın bir ayrıcalığı ve üstünlüğüdür. Ancak son uygulamalar toplumumuz içinde böyle bir yapıyı oluşturmuş, Diyanet İşleri bünyesinde devletten maaş alan 250 bin civarında dini bir zümrenin oluşmasını sağlamıştır. Aile fertleriyle birlikte bu toplumun bir milyon olduğu varsayılırsa toplum planlamacılarının dikkatten kaçırmaması gereken bir durumla karşılaştıkları ortadadır. Müslüman Türk toplum yapısında geçmiş tarihimizde olmayan yeni bir zümrenin ihdasıyla farklı bir toplum yapılaşmasının oluşturulması hem dine, hem de tarihi tecrübeleriyle bu yapıyı yaşamış toplumların tecrübelerine gözlerimizi kapatmak anlamına gelir.
Okuyucum Mustafa “ bu insanlar ne yiyip içecekler, ailenin ibate ve iaşelerini nasıl karşılayacaklar, nasıl evlenecek ve çocuklarını nasıl okutacaklarını” haklı olarak sormaktadır. Dinimizde ve tarihi toplum yapımızda imamlık ve müezzin- kayyımlık diye bir meslek yoktur. Geleneğimizde bu görevleri yapan saygı değer kimseler maişetlerini temin için bir meslek icra ederlerdi. İş yerleri camilere yakın yerlerde bulunurdu. Son dönemine yetişebildiğim bu saygın insanlar çoğunlukla saatçilik yaparlardı. Diğer meslek dallarında da çalışan ve geçimlerini oradan temin eden insanları tanıyoruz. Daha eski dönemlerde ise ticaretle meşgul olduklarını kitaplardan okuyoruz. Mesela bizim amel mezhebimizin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri ticaretle geçiniyor, okuyan öğrencilerinin masraflarını da karşılıyordu. Kendisine teklif edilen kadılık görevini kabul etmediği için Emevi zalimleri tarafından zindanlara atıldığını ve orada katledildiğini İslâm tarihini okuyanlar büyük teessürle öğrenirler.
Öyleyse hem dinimize, hem de inançlarımızın gölgesinde şekillenen geleneklerimize göre imamlık meslek değildir ve oradan kazanılan paraların da dinen bir karşılığı yoktur. Bu gün dini, bir geçim ve kazanç aracı olarak gören açıkgözlerin türediğini üzülerek görüyoruz. ,İmamlığın bir meslek, Dinin geçim vasıtası olarak kabulü, maalesef bu üzücü sonucun en önemli sebebidir. Artık her dini hizmetin para karşılığı yapıldığını yana yakıla anlatanların sayısı her geçen gün artmakta, sızlanmalar çoğalmaktadır. Bunun manevi kazancını düşünen ve sevap arzusuyla bu hizmetleri yapan büyük gönüllerin eksikliğini hep hissetmekte, o muhterem insanlardan yoksun toplumun karşılaşacağı akıbeti düşünmekteyiz. İbadet para, Mevlit para, doğum para, ölüm para, dua para, nikâh para, hatim para ve manevi hayatımızı güzelleştiren her şey para. Neredeyse Cuma ibadeti yapmak bile paraya bağlandı.
Mustafa!
Mesajında bana “Bazen saygı duyar, bazen kızarım. Bu da bizim okuyucu olarak hakkımız” diyorsun. Sen de haklısın. Ben yazımı yazarken okuyucularımın neye kızacağını, neleri beğeneceklerini hiç düşünmedim. Hep doğruya ve doğrulara sadık kalmak vazgeçilmez prensibim olmuştur. Bunu Okuyucuma saygımın bir gereği olarak düşündüm. Şunu bilmeni isterim ki benim yazımı bir sen değerlendirmeye alır ve kızarsın. Ama senin yazını bütün okuyucularım değerlendirmektedir. Sana ve bütün okuyucularıma saygılarımı sunarım.