Yolculuk yapmanın insanı fiziksel olarak yoran bir tarafı olsa da çoğu zaman insana iyi gelen bir yanı da var.
Çünkü yolculuk sırasında yollar akıp giderken insan, hayatın hengâmesi içinde zihnine getiremediği pek çok düşünce ve hatıra ile baş başa kalabiliyor.
Seyahatlerin en sevdiğim yanlarından birisi de işte bu: Hayatı yavaşlatıp düşünmeye daha çok vakit ayırabilmek…
Geçtiğimiz günlerde bir şehirlerarası yolculuk esnasında düşüncelere dalarken, zihnimde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölümsüz eseri “Beş Şehir” belirdi. Seyahatten döner dönmez kütüphanemdeki kitabı elime alıp karıştırdım. Neden bu eserin zihnime düştüğünün cevabını arıyordum.
Tanpınar bu eserinde; Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’un tarihini, kültürünü, sanatını ve ruhunu bir seyahatname tadında, kendi hatıralarıyla harmanlayarak anlatıyordu. Önsözdeki şu satırların altını çizdiğimi ve zihnimde yer edindiğini fark ettim:
“Beş Şehir’in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır (çok güçlü istek). İlk bakışta birbiriyle çatışır görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir.”
O an anladım ki yolculuk sırasında eserin zihnime düşmesinin sebebi sadece yaptığım şehirlerarası yolculuk değildi; zihnimde yer edinmiş bu ifadeler ile Bolu hakkındaki düşündüklerimin duygusal kesişmesiydi…
Çünkü yolculuk sırasında insan, Tanpınar’ın da dediği gibi, bir yandan kaybettiklerini düşünüp geçmişin hüznüne dalıyor, diğer yandan da geleceğe dair hayaller kurarak iştiyakını diri tutuyordu.
Tanpınar beş şehir üzerinden kendi duygu ve düşüncelerini anlatırken ben de fark ettim ki duygu ve düşüncelerim “Tek Şehir: Bolu” üzerinde yoğunlaşıyor.
Bolu, eşsiz doğal güzelliklere, stratejik konumuna ve kıymetli insanlarına rağmen; yıllardır kısır siyasi çekişmelerin gölgesinde, şahsi ikbal ve menfaat peşindeki basiretsiz yönetici ve siyasetçilerin elinde arzu edilen seviyeye bir türlü ulaşamadı.
Her gelenin kendine göre ölçüp biçtiği, üzerine bir makas, bir düğüm, bir nakış attığı ama sonunda ortaya faydalı bir elbise çıkaramadığı değerli bir kumaş gibi ziyan edildi.
Sanayi yatırımları, turizm altyapısı, bölgesel kalkınma projeleri… Her seçim döneminde vaat edilen ama bir türlü hayata geçirilemeyen nice hayal, ortak aklın yokluğunda sadece “kâğıt üzerinde kalan” birer vaatler çöplüğüne dönüştü.
İşte tüm bunlar, Tanpınar’ın “hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü” ifadesine benim için Bolu özelinde hissettiğim duygularıma somut bir karşılık teşkil ediyordu.
Ancak bizim düşüncelerimiz sadece bu üzüntüyle sınırlı değildi. Tıpkı Tanpınar’ın “yeniye karşı beslenen iştiyak” diye tarif ettiği özlem gibi, bizim de yüreğimizde Bolu’nun geleceğine dair büyük bir özlem var.
Bu özlem; şehrin hak ettiği değeri görmesi, siyasi vizyonu geniş, cesur, halka hizmeti dert edinen, günübirlik popülist siyasi çekişmelerden arınmış siyasetçiler ve yöneticiler ile gerçekleştirilecek akılcı ve uzun vadeli bir planlama ile şehrin kalkınması yönünde duyduğumuz güçlü bir arzu.
Şehrimiz için hissettiğimiz bu güçlü arzu hiç azalmadığı gibi şehrimizin yarınlarını şekillendirmek, kaybettiklerini bir an önce telafi etmek için artarak devam etmekte…
Neden mi?
Çünkü bizler, böylesine kıymetli bir kumaşın liyakatsiz ellerde zayi edilmesine göz yumamayız…