Geçtiğimiz hafta “Siyaset-Liyakat-Makam” üçlememizin birincisi “Siyaset: Fikir ve Mücadele Alanı” başlıklı yazımızda, siyasetin toplumun ortak iyiliğini sağlamak için bir fikir ve ahlak mücadelesi olduğunu yazmış, iyi insanların siyaset içerisinde yer alıp toplumsal iyileşme umudumuzu canlı tutmalarının gerekliliğinden bahsetmiştik.

Peki, topluma güven veren, devleti dirayetli kılan, iyi insanları siyasete yakınlaştıracak olan nedir?

İşi ehline vermek ve görevi hak edenin hakkını teslim etmek…

Adaletle, hakkaniyete uygun hareket etmek…

Evet, bunun cevabı üçlememizin ikincisi konusu: Liyakat.

Ben yazılarıma başlamadan önce, yazacağım konular üzerinde muhakkak güncel araştırma ve okumalar yapıyorum.

Çünkü yazdığından sorumlu olduğunu bilerek, kalemini kâğıdın üzerinde rastgele savurmaktan imtina ederek yazanlardanım.

Liyakat konusunda da yazmaya başlamadan önce araştırma yaparken, söylenmesi gerekeni söylemiş olan öyle bir yazı ile karşılaştım ki, eğer liyakatten bahsediyorsam köşe yazımda bu yazılanı aynısıyla nakletmek vazifesini ve sorumluluğunu üzerimde yoğun bir şekilde hissettim…

Türk yazar, akademisyen ve sosyolog olan büyük bir ismin liyakat konusundaki sözleri çarpıcıydı.

O isim, rahmetli Alev Alatlı.

Benim bu noktada söyleyeceklerimden ziyade, öncelikle bu konuda söylenmesi gerekeni hakkıyla söylemiş Sayın Alatlı’nın bu konudaki tespitlerine yer vermek istiyorum.

Şöyle diyordu Sayın Alatlı:

“Sistemler, onları kuvveden fiile çıkartan ve idame ettiren insanların niteliğiyle kaimdirler.

Ehil bir atanmışın vezir edebildiği bir halkı, işinin ehli olmayan bir seçilmişin rezil edebildiği de sır değil.

İster monarşi, ister meşrutiyet, ister parlamenter, isterse bizim şimdi denediğimiz başkanlık sistemi olsun, toplumların bir avuç iyi niyetli ve ehil insanın yüzsuyu hürmetine ayakta kaldığını kadim tarih teyit ediyor.

Sistem kendi başına bir değer değil, değerini sistemi çalıştıranların liyakati belirliyor.”

Alev Alatlı’nın söylemi ile asgari 250 yıldır çözemediğimiz ağır bir liyakat sorunumuz var bizim.

Peki bu liyakat sorununu çözmeyecek miyiz, en azından çözmek için mücadele vermeyecek miyiz?

Elbette mücadelemizi vereceğiz.

İşte bu yüzden biz, siyaseti bir fikir ve ahlak mücadelesi olarak tarif etmiş, “mümkün olan en iyi toplumu kurma umudunun yolu” demiştik.

Bu sebeple de iyi insanların siyasetten uzak kalmamasını ifade ederken şimdi buna bir ekleme yaparak diyoruz ki:

Liyakatli insanların siyasette yer alması, onlar için alan açılması bir tercih değil, bir zarurettir.

Bugün siyaset kurumunun yeniden itibar kazanması, milletin güveninin onarılması ve geleceğimizin teminat altına alınması; ancak ehil, dürüst ve samimi insanların bu alanda var olmasıyla mümkündür.

Ve unutulmamalıdır ki, siyasetin onuru da, devletin bekası da, milletin geleceği de liyakatli insanların omuzlarında yükselecektir

Peki ya bu alanda ehil, dürüst ve samimi olmayanlar ne olacak?

Eğer liyakati tam manasıyla tesis etmek istiyorsak. Onların ehil, dürüst, samimi insanlarla aynı havayı teneffüs etmelerine dahi imkân verilmemelidir. Verilmemelidir ki kötülükleri ortamda bulunan diğer insanlara sirayet etmesin….

Nasıl ki çürük elmalar sağlam elmaların olduğu sepette bulundurulmaz, yoksa ki sağlamların sonu da çürümek olacaktır. İşte öyle ayrıştırılmalıdır ortamdan çürükler, barındırılmamalıdır…

Gelecek haftalarda “Makam – Emanet mi, Ganimet mi?” başlığıyla üçlememizi tamamlayacağız.