Geçen haftadan devam ediyorum.
…/.
Fırat Bey, Göreme Açık Hava Müzesi’ni gezmeden önce müze girişinde, bilgiler vermeyi sürdürdü ve bizler de ilgiyle dinledik:
“Bildiğiniz gibi Köroğlu ve Yedi Uyurlar gibi bazı efsaneler, her yerde vardır. Bu gibi efsaneler her yerde sahiplenilmek istenir. Örneğin Köroğlu efsanesi Azerbaycan’da da vardır; Yedi Uyurlar hem İncil’de geçer, hem Kur-anı Kerim’de geçer; Dünya’da 12-13 yerde vardır, Türkiye’de de Hatay ve Efes olmak üzere iki yerde olduğu kabul edilir. Burası da Hristiyanlığın önemli merkezlerinden birisi ve burada kiliseler, şapeller, yemekhaneler, oturma mekanları ve eğitim sisteminin başladığı manastırlar mevcut. Dolayısıyla burada da çok sayıda buna benzer efsane ve hikaye var.
Roma İmparatorluğu, 1. yüzyıldan itibaren fakirleşmeye başlıyor. Dünya’da daha fazla fethedecek bir yer kalmıyor, çünkü bütün Dünya ellerinde. Avrupa’nın kuzeyinde Germenler ve Saksonya bölgesi dışında, onlar da o zaman tamamen fakir ve 800-900 yıllarına kadar böyle fakir yaşıyorlar. Ayrıca onları barbar isyanı olarak görüyorlar. Avrupa’nın tüm güneyi, Kuzey Afrika, Mısır ve Anadolu dahil olmak üzere o zamanlarda bilinen bütün Dünya’ya hakimler. Bu kadar büyük coğrafyayı doyurmak lazım tabi. Soylular hiç çalışmıyor, meşhur 4 bölümlü Roma hamamlarında yiyor, içiyor ve eğleniyorlar, şovlar ve yemeklerle gün geçiriyorlar. Lejyonerler ve paralı askerlere de para lazım. Halk ise medeniyetin zenginliğinden istifade edemiyor ve buna rağmen halkın vergisini arttırıyorlar. Bu durumda halkın isyanını bastırmak amacıyla bugünkü gibi algıyı değiştirmeye ve algıyı yönetmeye çalışıyorlar. Hepiniz her yerde bir antik tiyatro görürsünüz. İtalya Roma’da Kolezyum, Denizli’de Pamukkale, Antalya’da Aspendos, Efes’te antik tiyatro bunların en güzel örnekleridir. Önceden bu tiyatrolarda sanatsal oyunlar oynanır, aryalar söylenir ve yarışmalar yapılırdı. Bağ bozumlarında bu antik tiyatrolardaki gösterilerde erkek oyuncular, kadınlar oynamazdı, kim olduğu bilinmesin diye maske takarlardı. O yüzden tiyatronun simgesi, o yıllardan bu yana maskedir. Roma’da fakirleşme başlayınca halk isyan etmesin diye, bu tiyatroların gösteri bölümünü 2,5 metre yükselterek ve çevresine güvenlik çemberi çekerek; aslanlar ve vahşi hayvanlar ile gladyatör ve köleleri dövüştürmeye başlıyorlar. Tiyatroya gelenlere de bir ekmek verirlermiş. Roma’da bu nedenle, “Sirk ve ekmek” diye bir söz vardır. Bunu şimdiki dijital medyaya, televizyonlara benzetebilirsiniz. Roma’da bu dönemde, her zaman kanlı olaylar ve senatolarında da entrikalar vardır.
Roma İmparatorluğunun, bugünkü Türkiye üzerinde üç büyük krallığı ve kalesi vardı ve yönetim buraların valileri tarafından yapılırdı. Hatay’da Antiokya Krallığı, Efes antik liman kenti, doğunun başkenti sayılıyor, düşünün o dönemde 200-250 bin kişi yaşıyor ve çok zengin ve değerli bir yer, diğeri de İstanbul. Fakirleşme ve yönetim zorluğu yüzünden, 312 yılında, “En iyisi, Doğu Roma ve Batı Roma İmparatorluğu olarak Roma’yı ikiye bölelim. Batı Roma Roma’dan, Doğu Roma İstanbul’dan yönetilsin.” diyorlar. Bir taraftan da gladyatörler kaçıyor, isyanlar çıkıyor. Batı Roma sadece 60-70 yıl dayanabiliyor. Bütün Roma, Anadolu toprakları oluyor artık. Bu arada Doğu Roma İmparatorluğu 384 yılında, Hristiyanlığı serbest bırakıyor. Bu kararla Hristiyanlık, 313 yılında Selime’den başlayarak Hristiyanların gizli yayılmaya başlaması ve daha sonra Hristiyanlığın serbest oluşu ve resmi bir din olarak kabul edilmesi ile iyice yaygınlaşıyor. Gizli Hristiyanların hepsi açığa çıkıyor. Zaten bu karardan sonra da halkın büyük bölümünün Hristiyan olduğu anlaşılıyor. Sonunda da Doğu Roma İmparatorluğu yıkılıyor ve 395 yılında İstanbul’da Bizans İmparatorluğu kuruluyor.”
Göreme Açık Hava Müzesinin girişinde Kızlar Manastırı bulunuyor. Manastırın girişinde mutfak, yanında dua etsinler diye küçük bir şapel, uzunlamasına bir yemek yenilen taştan bir masa, en üst katlarda yatak odaları mevcut. Müzenin içinde Erkekler Manastırı, Aziz Basileus Kilisesi, Elmalı Kilise, Aziz Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise, Karanlık Kilise, Çarıklı Kilise ve Tokalı Kilise var. Ayrıca çok sayıda kayaların üzerinde güvercinlerin girmesi için küçük delikler var, bu oyukların altında evler varmış ve o dönemlerde insanlar buralarda yaşıyorlarmış.
Manastır, kilise ve şapellerin iç duvarlarında Hz.İsa’nın hayatını çizgi roman gibi anlatan resimler var. Bu konuda da Fırat Bey şunları söyledi:
“Hristiyanlıkta resim yapmak yasak değil. Müslümanlıkta, Allah’a şirk koşmak sayıldığı için yasaktır. 700’lü 800’lü yıllarda Kayseri’de 3. Leon isimli bir kral buraya geliyor ve “Müslümanlar doğru yapıyor, biz yanlış yapıyoruz.” diyor. Bu nedenle bu yıllarda resimler, geometrik şekiller, bitkisel ve doğa temalı yapılmıştır. Daha önce yapılan resimleri de kırmışlar ve gözlerini oymuşlardır.
Duvar resimleri temelde iki teknikle yapılmıştır. Bir teknikte, duvara kaplanan taze sıva üzerine kök boya ile canlı resimler yapılır, sıva boyayı emer, ama güneş ışığına az dayanır. Bu yüzden ışık almasın diye pencere yoktur, kapılar çok küçüktür. Diğer resim yapma tekniği de sıva kuruduktan sonra yapılandır. Bazen de her ikisi bir arada kullanılmıştır.”
Gerçekten de gezdiğimiz yerlerde ışık almayan kısımlardaki resimler çok canlıydı. Gözleri oyulan ve kırılan resimleri de bizim milletimizin tahrip ettiğini sanıyorduk, meğerse kendileri yapmışlar.
M.S. 30 veya 33 yılında Hz. İsa’nın Çarmıha gerilerek idam edilişi ve Hz. İsa’nın yaşadıkları katedral, kilise ve şapellerin duvarlarına o kadar güzel resmedilmiş ki, resimdeki insanların yüz ifadelerinde duygu ve düşünceleri canlı gibi yansımış adeta.
Fırat Bey, “Hz. İsa Hristiyan bir peygamber değil aslında, Hristiyanlık dininden hiç bahsetmemiş hayatı boyunca, öyle bir din yok çünkü, sadece tek tanrıdan bahsediyor, çok mantıklı ve mucizeleri (Babasız Dünya’ya gelmesi, beşikte iken konuşması, ölüleri diriltmesi, kör ve alaca hastasını iyileştirmesi, çamurdan yaptığı kuş heykelinin canlanması gibi) olan biri. Halk, “Hz. İsa mesih olmalı, peygamber olmalı” diyerek peşinden gidiyor. Roma bunu bir tehdit olarak görüyor ve Hz. İsa’yı yakalatıyor ve iki hırsız ile birlikte Golgota tepesinde çarmıha geriyor. Çarmıh, birbirini kesen düz çizgidir ve bir idam biçimidir; Hristiyanlığa özgü bir şey değil. O zamanlar insanlar bu şekilde idam ediliyorlardı. Bazı görüşlere göre Hz. İsa’nın idamıyla insanlığın bütün günahlarının ödendiğine, bazıları Hz.İsa’nın dirildiğine ve aydınlandığına, bazılarına göre de başka bir bedende yaşadığına inanılıyor. Ardından bu konular dinleşmeye başlıyor. Peki bu dini nasıl yayacaksınız? Hz. İsa’nın havarileri olan ilk Misyonerler, Anadolu’dan, dilini bilmediği başka başka medeniyetlere bu dini yaymak için, okuma yazmanın olmadığı, iletişimin çok zor olduğu bir ortamda bütün Dünya’ya yayılırlar. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna isimli 4 İncil’de Hz. İsa’nın hayatını anlatan olayları yazarlar ve bunları ikonalarla resmederek duvarlara çizerler. Hz.İsa’nın 3 müneccimle müjdelenmesi, Meryem’in kaçırılması, Meryem’in bir ahırda Isa’yı doğurması ve koyun, keçi ve öküz gibi hayvanların bebek İsa üşümesin diye başında durması, Vaftizci Yahya ve babası Yusuf duvarlarda resmedilmiştir. Bu nedenle öküz başı kutsal kabul edildiğinden bazı resimlerde bebek İsa’nın başında öküz başı vardır. İşte buradaki resimlerde bu olayların anlatımı yapılmaktadır.”
…/.
Haftaya devam edeceğim.
Düzeltme: Kapadokya Gezimizin rehberi Fırat Bey’e de bu yazıları gönderiyorum. Sağolsun yaz döneminde işlerinin çok yoğun olmasına rağmen yazıları takip ediyor. Yazımın 5. bölümünde Selime Katedrali’nin anlatımında bazı eksik noktalar olduğunu bildirdi; ben de düzeltme gereği duydum. Bana gönderdiği not şöyle: “İlk kilise Hatay’da demiştim. İnci’in Anadolu’da yazıldığını, Efes yakınında Ayasuluk’tan bahsettim. Semavi dinlerin Anadolu’da doğduğunu söylemiştim. Ama Ihlara’da değil.”
Anadolu topraklarının her açıdan ne kadar değerli olduğunu tarihi gerçeklerle bizlere anlatan Fırat Bey’e çok teşekkür ediyorum.